1 Kasım 2009 Pazar

2/1/2004 Esin

“Sen hiç sarı ışık düşürdün mü tenine. Kendine aşık oldun mu?”

- Bunu ona söylemelisin belki.
- Nedenmiş onun saçları...
- Ne var saçlarında?
- Söyleyeceğim.

“Özenli bir çizgiyle ayrılmış saçları. Gülümseyen bir çizgiyle. Esmer bir şelale gibi akıyor omuzlarına. Işık oyunu, gölge oyunu gibi, gülüyor”

- Bak bunu ona söyleyebilirsin.
- Ona herşeyi söyleyebilirim. O beni dinleyen tek kişi.
- Hem seni dinliyor hem de gülümsüyor mu? Garip..
- Anlamıyorsun.

“Taksim meydanında ayakkabının topuğu kırılsa ne yaparsın? Oysa o bunu gülerek anlatıyor. Kesinlikle yanımda olmalı”
- Kiminle konuşuyorsun?
- Esin’le :)
- Esin de kim?
- Boşver.
- Bu bir kız adı!
- Bu anlamını kendisinin bile bilmediği bir isim. Kız adı diye aşağılayamassın!
- Birincisi aşağıladığımı nerden çıkardın? İkincisi anlamını neden bilmesin?
- Farkında mısın bilmiyorum ama kadın gibi konuşuyorsun.
- Nasıl yani?
- Kıskançlık seziyorum.
- Aaa üstüme iyilik sağlık!

Evet devam etmedi. Ya da ben öyle sandım.

- Orda mısın?
- Evet ama darıldım sana.
- Ben hissettiğimi söylerim. Onu kıskanmana gerek yok.
- Onu görmek istiyorum.
- Olur. Görürsün ama önce iznini alman gerek.
- Verir mi ki?
- Sanmam.
- O zaman izinsiz göreyim?
- Olur mu hiç. Ben Esin’in arkasından iş çevirmem.
- Bunları yazdığını biliyor mu?
- Hayır.
- Ee?
- Bu iş çevirmek sayılmaz.
- Sen iste veya isteme. Ben onu görmeye gidiyorum.
- Suç bende. Ne meraklı olduğunu düşünmeliydim.
- Bu kız ufacık birşey. İncecik narin bir dal gibi.
- Saçlarını gördün mü?
- Toplamıştı. Şelale falan yoktu.
- Yaa?
- Ayrıca gülümsemiyor ve topuklu ayakkabı da giymiyordu.
- Ya..
- Evet gidip onunla tanıştım. Oh canıma değsin!
- Hiç problem değil.
- Nasıl yani?
- Seni asla hatırlamayacak.
- Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?
- Bana da aynısını yaptı. Hayatımda ilk kez biriyle ikinciye tanıştırıldığım halde hatırlanmadım.
- Yaa?
- Gerçi o sıralar saçları toplu değildi ve topuklu ayakkabı da giy..
- Aman tamam neyse..
- Kızdın mı?
- Yok niye kızacağım. Bu akşam yeterince bahsettin şu sinir kızdan ben sıkıldım. Koy beni çekmeceme.
- Tamam.

Başka bir kalem alıp yazmaya devam etmek istedim. Olmadı tek başıma yapamadım. Esin demek konuşmak demekti çünkü. Susarak yaptığı şeylerin bir önemi yoktu benim için. Ya da konuşarak yaptığı şeylerin yanında susarak yaptıklarının bir önemi yoktu aslında. Onu daha iyi tanımak hiç istemedim. Tanıdığım kadarıyla zaten iyiydi. Bunun iyi bir şey olması için onu iyi tanımama gerek yoktu. Konuşan kalemimi çekmecesine koydum. Yanına da beyaz bir sayfa. Dayanamayacağı yazmak isteyeceği türden uçuk sarı, yağlı bir beyaz sayfa.. Son gördüğü şeyi yazacaktı. Ben de bu yazdıklarını Esin’e okutacaktım. Hemen ışıkları söndürüp başımı yastığa koydum. Ama uyumak gibi bir niyetim yoktu. Komodin hemen yanımdaydı. Çekmeceden gelecek sesleri dinlemeye koyuldum. Epeyce direndi yazmamaya. Ya da epeyce direndi yazmaya. Her neyse. Sonunda önce ayağa kalktığını anladım. Kendi etrafında bir kaç kere dönüp bir silgiyi dayanak yaparak ayağa kalktı. Minik adımlarla dönerek uçuk sarı beyaz sayfanın üzerine geldi. Çekmeceyi açıp onu utandırmayı istedim ancak o zaman yazacaklarını asla elde edemeyecektim. O yazarken çıkardığı sesler uykumu getirmiş olacak uyuyakalmışım. Sabah uyandığımda ilk işim çekmeceyi açmak oldu. Bu kadar güzel resim çizebildiğini bilmezdim. Evet her zaman iyi bir yazar olmuştur ancak bensiz ilk kez resim çizmişti. Kağıdı elime aldım ve uzun uzun Esin’in yüzüne baktım. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme, sanki “ Evet gülümsüyorum ancak acını anlıyorum. Bunu bildiğini bilirken hala gülümsüyorsam sen de öyle yapabilmelisin. Çünkü umut hiç tükenmeyen birşey olduğu gibi gülümsemek için de nedenler hiç tükenmez” diyordu.

Yine yapacağını yapmış hem yazmış hem de çizmiş diye düşündüm. Konuşan kalemimi çekmecede yattığı yerden alırken saçlarını toplamış Esin’in resmine bir kez daha baktım. Kalemin topladığı saçlarda sanki bir güvercin gördüğümü sandım. Gülümsedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder