1 Kasım 2009 Pazar

18/1/2004 Cemil

- Buyrun Cemil Bey. Lütfen oturun, nasılsınız?
- Başlayalım mı?
- Haha çok sabırsızsınız bakıyorum da. Geçen sefer anlatmadığınız birşeyler var galiba?
- Bu sefer bitiricem.

Endişelenmiştim aslında. Sohbeti daha fazla sürdürmeden sandalyeme geçtim. O da önümdeki kanepeye arkası bana gelecek şekilde uzandı. Beni görmesini istemezdim hastalarımın. Hemen karşı duvardaki 12 insan figürüne bakar birini seçer ve anlatırlardı içlerindeki her şeyi. Dinlerdim sadece. Soru da sormazdım. Anlatmaya başladı.

- Vicdan azabı çekmiyorum doktor. Çünkü daha önemli bir şeye dönüştü. En azından benim için öyle. Zaten onu pek sevmemiştim. Nereye gidersem gelirim seninle demişti anlıyor musun doktor?

Anlamıyordum. Vicdan azabı çekiyor olacağını düşünebileceğim bir şey yapmıştı. Ve bunu onu seven birine yapmıştıç Başını biraz sağa çevirdi ve devam etti.

- Çok sıkılmıştım hayattan. Mutlaka değişik birşey yapmalıydım. Ona sordum. “Moğolistan’a bile mi?” dedim. Şaşırdı önce, şaka yaptığımı zannetti. Bir hafta sonra herşeyim hazırdı. Ben hazırım ya sen dedim. Sevindi gibi geldi aslında. Çok sürmedi. O da hazırdı gelmeye.

Bunu biliyordum. Moğolistan’a gittiğini. Ancak bana biriyle gittiğini söylememişti. Bir kitap yazmak için yalnız kalmak gerektiğini düşündüğüm için olsa gerek sormamıştım. Bu kimin aklına gelirdi ki.

- Çok düşünmüştüm doktor. Yeterince düşündüğümü sanmıştım. Oysa kolay olmadı hazır olmak. Bir şeyler planlıyor sonra daha iyisini daha edebisini buluyordum. Herşey uygun olmalıydı ortama. Moğolistan ölüm demekti.

Endişelerimde haklı çıkmak üzere olduğumu hissettim. Gerisini duymak isteyip istemediğimi bilemedim. Şimdi sabırsızlanan ben olmuştum. Ancak ritmini bozmamak için ses etmedim.

- Onu nasıl öldürdüm biliyor musun?
- Hayır!

Ağzımdan kaçmıştı. Ardından birşey demedim. Çenemi tutsam olmazmıydı sanki! Bu ilk kez olmuştu. Oysa onlarla konuşmamak için arkalarına otururdum.

- Sence nasıl olmuş olabilir say bakalım?

Korktuğum başıma gelmişti. Cemil benle sohbete başlamıştı. Onu tekrar seansa geri döndürmem gerekiyordu.

- Uykusunda mı?

Bunu da nereden çıkarmıştım? Aklıma en masum cinayet şekli olarak gelmiş olmalıydı. Sanki onu germek istemediğimden yapmıştım bunu. Bunu söylerken yaşlı kadın resmine bakmıştım.

- Bu cinayet sayılmazdı doktor. Kurban öleceğini bilmeli bu onun hakkı.
- Peki nasıl? Anlatmaya devam et.. dedim
- “Söylemem doktor. Senin de belki canın ister” deyip güldü. Cevap vermemi bekledi belki ama daha çok beklersin dedim içimden. O devam etti.

- Karanlıktı. Bir de çok sert olmayan bir tipi vardı dışarıda. Onu karların içinde sürükleyerek taşıdım. Komşu çiftliğin sığır ahırına yakın bir yere bıraktım. Ceset taşımak çoğu filmde zor bir iş gibi gösterilir. İnan bana naylonla kar üzerinde kaydırınca çok hızlı yol alınabiliyor.

- Neden orta yere bıraktın?

- Ben orta yere bıraktığımı söylemedim doktor.

- Ya ne yaptın peki?

- Orta yere bıraktım. Doğru tahmin ettin.

- Ben de öyle demiştim.

Ne yapıyordum ben. Saçmaladığımı cümlenin ortasında farketmiştim. 2. kelime birincisinden sessiz. 3. sü daha sessiz çıkmıştı ağzımdan.

- Kurtlar doktor. O gece köye ineceklerdi. Tipi olan gecelerde görülmelerinin zor olduğunu öğrenmişler çünkü.
- Cesedi kurtlara mı yedirdin?
- Ceset kelimesini kullanmış olabilirim ancak doğrusu o henüz ölmemişti.

Artık dayanamıyordum. Bu oyuna ve bu seansa son vermek istedim. Ancak o zaman hem prensiplerimi bozmuş olacaktım hemde zayıf karakterli biri gibi gözükecektim. Zorladım kendimi. Ve.. diyebildim..

- Onu kurtlar öldürdü ben değil. Ben sadece yazdım. Çok uzakta değildim onlardan. Kulübenin içinde söylediği herşeyi kurtların nasıl hareket ettiğini. Ölümün ne kadar sürdüğünü herşeyi yazdım doktor. Ancak yayınlayamam. Çünkü o kitabı ben basarsam bazı kişiler şüphelenebilir. Ama senin kitapların var sen yazabilirsin.
- Ben cinayet romanları yazmıyorum.
- Olabilir yazabilirsin. Sevgi dolu katiller yazarsın. Kurbanının elini soğuyuncaya kadar tutan, ölümü içinde uzun uzun hissetmek isteyen sadece o an hariç herşey için sabırsızlanan, hızlı davranan katiller. Seri katiller yani.
- Seri katil hızlı katil demek değildir ki.Ardı ardına aynı şekilde cinayet işleyen yani.
- Bu konuda bayağı bilgilisin doktor..

Bunu söylerken ilk kez bana bakmıştı. Ona yardım edemezdim. Bu adamın akıl hastanesine kapatılması gerekiyordu. Kaşlarnı kaldırmış kocaman gözlerle bana bakarken gülümsüyordu. Saçları kıvır kıvır ve bence fazla uzundu. Çoğu da beyazlamıştı.

Canım önüne dön demek istedi ancak karşımda emirler verebileceğim biri yoktu. “Neden biraz uyumuyorsdun” dedim. O zaman tekrar uzandı. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Önümde yatan adam birkaç yıl önce işlediği cinayeti sanki dün yaşamış gibi anlatıyordu. Muhtemelen her gün bunu düşünüyordu. Bana bir kitap yazdığından bahsetmişti ancak içeriğini bilmiyordum. Birkaç başarısız şiir denemesinden sonra bir Türkçe öğretmeniyle evlenmiş ve kendini edebiyata vermişti. Evliliğin bile bu olaya alet edildiğini düşündüm o an. Bu adamı ve hayatını bu kadar saçma bir saplantının peşine düşüren neydi?

- Peki Cemil Bey içinizde ilk olarak ne zaman birini öldürme isteği duydunuz?
- Üniversitede.
- Yaa.. biri sizi çok kızdırmış olmalı.
- Hayır kıskandırdı.
- Siz de onu öldürmek istediniz öyle mi?
- Çok aptalsınız doktor.
- Efendim anlamadım?
- Aptalsınız. Size güvenmekle hata etmişim..

Yerinden kalktı. “Size bugün bitireceğimi söylemiştim. İyi günler” diyerek kapıya yöneldi.

- Cemil Bey hiç değilse boşlukları doldursak?
- Merak ediniz doktor. Siz tamamlayınız. Eğer başarabilirseniz ne alâ. Yoksa birşey kaybetmiş de sayılmazsınız.

Bu onu son görüşüm oldu. Bir yıl sonra bir kitapçıda rastladım kitabına. Suç ve Zeka yazan Cemil Kayışov.

Kitabın arkasında bir fotoğrafı ve özgeçmişi vardı. Kısa özgeçmişte dikkatimi çeken, bekar ve Amerika’da yaşadığının belirtilmesi oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder