24 Nisan 2010 Cumartesi

Ikna 2

Jack otel odasında tavana bakar vaziyette yatağında yatıyordu. Aklına bir an o sırada buruşmakta olan gömleği ve pantalonu geldi. Sonra içinden “Kırışırsa kırışsın öyle yorgunum ki şu anda kolumu kıpırdatacak halim yok, tüm evren şu anda bu yorgunluğuma saygı göstermeli” diye geçirdi. Tavanı incelerken beş dakikasını hiçbir yere varmayacak bu işle nasıl geçirdiğini sorgulayıp gülümsedi. Ani bir hareketle ayağa kalkarak bilinçsizce pencereye ilerledi. Perdeleri açtığında New York’un en kozmopolit meydanında sağa sola koşuşan insanları gördü. İçinden onlara katılmak geçti. Sonra hayalinde insanlara katıldı ama otel odasından onları seyretmekle aynı şey olmadığını anlayıp hayalinden vazgeçti. Bir yılını, kimsenin bilmediği bir yerde düşünce gücünü artırmak için yaptığı meditasyonlarla geçirmişti. Tamamen kendi zihninin ürünü olan ve hiçbir ustadan öğrenilmemiş, üstüne üstlük işe yararlığı kanıtlanmamış uygulamalarla geçirilmiş tam bir yıl. Bu süreçte hiç kimseyle muhatap olmadığından ne aşama kaydettiğini bilemiyordu. Eğer sudokuları daha hızlı çözmekle ilgili bir yetenek edinmek istiyor olsaydı bunu ölçmek hayli kolay olurdu. Jack Gregory Statham hayatın gizinin çözülemez olduğuna ve herşeye bir cevap bulmanın mümkün olmadığına inanıyordu. O halde bir yere varmak demek vardığına ikna olmak ya da vardığını başkalarına ispatlamak değil yalnızca buna inanmaktı. Ayrıca hangi konuda olursa olsun bir yıl uğraş verilirse mutlaka bir şeyler değişecekti.
O akşam eski dostu Alex Levrent ile buluştular. Alex büyük bir danışmanlık firmasında şirketler için finansal eğitimler hazırlıyordu. Jack’ten motivasyon konularında yardım alabileceklerini hatta dilerse finans eğitimlerini birlikte verebileceklerini düşünüyordu. Jack iş dünyasından öyle uzaklaşmıştı ki gerçekten yapmak istediği şeyin tekrardan bu dünyaya girmek olduğundan şüpheliydi. Onu ilgilendiren sadece insanlardı.
J-Her zaman keşke bir doktor ya da bir psikolog hatta bir öğretmen olsaydım diye düşünürdüm sevgili dostum Alex.. Eskiden kendime baktığımda hiçbiri olmadığına üzülürken bu bir yılın sonunda aslında hepsinden biraz olduğunu görüp mutlu oldum. Bir yılın ilk faydası bu oldu diyebilirim.
Beraber gülüştüler. Jack aniden “Samara nasıl?” diye sordu. Alex’in yüzü birden asıldı. Önündeki kül tablasıyla oynamaya başladı.. “Samara için yapacak başka seçenek kalmamıştı Jack” dedi. Jack birden endişelendi.
J-“Dostum, yoksa intihar falan mı etti?”
A- “Bilmiyorum ancak bunu denemiş olabilir. Ya da bunu denemesinden endişelenen ailesi çözümü onu bir kliniğe yatırmakta bulmuş olmalılar.”
J- “Ne zaman oldu bu?”
A- “Geçen sene dostum. Sen işten ayrıldıktan bir ay kadar sonra o da istifa etti.”
J- “Nerede oldugunu biliyor musun Alex? Önce onu görmeliyim daha sonra belki şu eğitim işini tekrar gözden geçirebilirim.”
A- “Batı kıyısında San Siego Hastanesi tımarhanesinde dostum. Ama altı ay kadar önce oradaydı daha sonra haber almadık. Belki hala oradadır.”
Jack o gece uyuyamadı. Samara konusunda nasıl olup da elinden birşey gelmiyor oluşunu da anlayamıyordu. Görünürde herkesle iletişimi normal kendi hayatıyla barışık olmaması için hiç bir nedeni olmayan bir kız neden bu hale gelirdi. Evlenip çocuk sahibi olamamak insanı hasta edecek derecede büyük bir eksiklik miydi? Samara’nın hayatta bunun dışında başka bir eksikliği yoktu. Ayrıca iyi bir adayla evlenmesi gerçekten zor olan birçok insana göre çok daha şanslı olduğu ortadaydı. Ya zorla evlendirilen kızların adetlere göre normal karşılandığı ilkel kültürlerden birinde yaşasaydı ne olacaktı? Acaba kişilik bölünmesinin nedeni de hayatına giren erkeklere göre kimi zaman evcimen kimi zaman güçlü, bazen zor elde edilir ve karmaşık bazense aptal ve komik kişiyi oynaması mıydı? Bu yolculuk boyunca gerçek amacından uzaklaşmış kendini oyunlara ve kişiliklerine vermiş sonunda onların esiri olmuş ve en nihayetinde hayattan mı kopmuştu. Jack dünyada insanın her koşulda yaşama savaşına devam edebildiğini biliyordu. Yeni doğmuş bebekler bile 1-2 günlükken çöpe atıldığında saatler sonra çığlıklarını birilerine duyurabiliyor mücadeleden vazgeçmiyordu. Hakkında belgeseller yapılan bir çok insan normalde pes edebilecekleri şartlar oluşmuşken hayata tutunmaktan vazgeçmemiş ve yaşamayı başarmışlardı. O halde nasıl bir insan yaşamak yerine ölmeyi seçebilirdi? Jack bir an güldü. İçinden Samara’ya “Sorun evlenememek ise en çirkin ve göbekli koca adayıyla evlenmek ölmekten daha iyi değil miydi?” diye sordu. Samara’nın ters ters bakışını hayal edebiliyordu. Onu kızdırmak hem çok kolay hem de çok zevkliydi. “Önce onu bir göreyim sonra neler olduğunu anlarız” diye düşündü.
San Diego Hastanesine bağlı Aurora Davranış kliniğinin bahçesinde birkaç hasta yakınıyla selamlaştı. Bir hastayı ziyaret etmek istediğini ve nereye başvurması gerektiğini sorup konuşurken hastaların kendisine bakmakta olduğunu farketti. Hepsi ilgilendikleri şeyleri bırakmış ona bakıyordu. İçinden “Muhtemelen kıyafetlerim yüzündendir” diyerek danışmaya giden merdivenleri ikişer ikişer çıktı. Danışmadaki hemşire telefonla ilgili birime bağlanarak “Samara Dickens’ın bir ziyaretçisi var Dr. Lambert” diye bilgi verdi. Jack kendisine gösterilen bekleme salonunda 10 dakika kadar bekledikten sonra Dr. Lambert geldi. Elini uzatarak “Merhaba Bay Statham. Samara’yı görmeye gelmişsiniz. Ailesini tanırım sanırım siz bir arkadaşısınız” dedi.
J- Evet doktor. Bir yıl kadar önce aynı işyerinde çalışıyorduk. Yurtdışında olduğum için daha önce gelemedim..
D- Samara ile sohbet ederiz ancak Jack diye birinden bahsettiğini duymamıştım. İsterseniz öncelikle odamda görüşelim. Sonrasında onunla görüşüp görüşemeyeceğinize bakarız.
Jack şaşırmıştı. Bu tür hastanelerin böyle kuralları olduğunu bilmiyordu. Ancak elbette bu çiçeğinizi alarak gidebileceğiniz hasta ziyaretlerinden biri de değildi. Jack doktorun odasına kadar arkasından yürüyerek ona eşlik etti. İçinden “Böyle kontrol düşkünü birinin Samara’ya ne faydası olacak bilmiyorum” diye geçirdi.
D- Evet Bay Statham. Samara buraya 9 ay kadar önce getirildi. Belki biliyorsunuzdur üç kez intihara kalkışmış. Her seferinde şans eseri hayatta kalmayı başarmış.
J- (Gözlerini açarak) İnanın doktor bu benim tanıdığım Samara’nın yapabileceği birşey değildi.
D- Biliyormusunuz bunu neredeyse tüm intihar edenler için söylerler. Oysa bunun nedeni intiharı gözünüzde çok büyütmenizden kaynaklanır. Siz hiç intiharın eşiğine gelmediniz mi?
J- (Şaşırarak) Tanrı korusun doktor! Bunu bir an bile düşünmemişimdir!
D- O halde size şöyle söyleyeyim bazen insan intiharı aynen uykuya dalmak olarak algılayabilir. Mesela yorgun argın işten gelmişsinizdir eve girer girmez yatağa uzanır ve iyi bir uyku çekmek istersiniz. İşte böyle insanlar hayattan çok yoruldukları zaman bir uyku çekmek isterler. Tek farkı sonradan uyanıp uyanmayacaklarını pek düşünmezler. Ki onların durumunda bunu düşünmelerini bekleyemeyiz.
J- Anlıyorum. Onu görebilir miyim?
D- Sabırlı olun Bay Statham öncelikle onunla yalnız görüşmenize izin veremem. Ayrıca bunu kendisi istemeli eğer sizi görmek isterse görüşebilirsiniz. Yalnız sizi uyarmalıyım. Kimseyle konuşmuyor ve oldukça saldırgan olduğu günlerin sayısı da hiç az değil.
J-Merak etmeyin doktor. Sanırım sizin göremediğiniz birşeyi o görecektir.
D- Neden bahsettiğinizi anlayamadım. Bu arada o elinizdeki nedir Bay Statham.
Dr. Lambert Jack’in elindeki kırmızı kurdeleli sarı zarfı işaret ediyordu. Jack son konuşmalarında Samara’ya bunun olacağını söylediğinde bu zarftan da bahsetmişti.
J- Bu duruma düşmesinde payım olabileceğini düşünerek vicdan azabı çekiyorum. Ona bu nedenle iyi gelebilecek bir hediye getirdim doktor.
Dr. Lambert o an Jack’in diğer aptal insanlar gibi olmadığını anladı. Belki 9 aydır bir arpa boyu iyileşme kaydedemediği Samara Dickens vakasında yeni bir boyut açılabilir düşüncesiyle Jack’e eski dostuna giden yolda eşlik etti.
Dayanıklı camın arkasında Samara yatağında oturmuş kitap okuyordu. Jack cama yaklaştığında Samara başını kaldırıp hayli şaşırmış gözükerek ayağa kalktı. Ne yapacağını bilemeden utanarak arkasını döndü ancak sonra durumu kurtaramayacağını anlayarak gülümseyen bir ifadeyle Jack’e baktı. Dr. Lambert Samara’nın tepkisinden etkilenerek Jack’le yalnız görüşmesinde bir sorun olmayacağını hissetti.
D- Kapı açık Bay Statham girebilirsiniz. Samara’nın bizden tek istediği kapısının kilitlenmemesi oldu. Biz de gerçekten sorun çıkmadığını gözlemlediğimizden açık bıraktık. Yarım saatten fazla kalmamanızı rica edeceğim. Acil bir durum ihtimaline karşı görevliler dışarıda bekleyeceklerdir.
Jack gülümseyen bir yüzle Samara’nın odasına girdi. Kollarını açarak Samara’yı sarılması için kendine çağırdı. O güne kadar kimse için istifini bozmayan Samara “Pietro!” diye haykırarak Jack’e doğru atıldı. Dr. Lambert şok olmuş bir ifadeyle “Bu O!” dedi.. Aslında orada durup onları izlemeyi ne kadar istese de bunun iyileşmeye etkisi olabileceği düşüncesiyle sorumlu bir davranış sergileyip odasına çekildi. Ayrıca oradan da kameralar aracılığıyla olan biteni izleyip dinleyebilirdi..

J- (Gülümseyerek) Evet Pietro’n geri döndü Samara.
S- Nerelerdeydin Jack! Burada ne kadar zaman seni bekledim biliyor musun! Tanrı biliyor ya bir Şükran gününü daha burada geçiremezdim. Şapşal Pietro!
Jack bir an bocaladı. Samara her zamankinden daha normal gözüküyordu. Onu neden burada tuttuklarına bir anlam veremedi. Yoksa bunu gerçekten kendisi mi istemişti?
J- Beni mi bekledin? Bana intihara kalkıştığını söylediler?
S- Ah evet 3 kez. Sonuçta ölmedim değil mi? Aklına hiç gerçekten bunu yapmak isteseydim ilk seferinde hatasız başarabileceğim gerçeği gelmedi mi?
J- Şaşırdım. Amacın neydi peki ne yapıyorsun burada Samara? Deli misin sen çabuk yürü gidiyoruz!
S- Odasına varmak üzeredir. Şimdi konuşamayız. Bizi duymamalı. Bu zarf da ne?
Jack artık zarfı verip vermemekte kararsız kalmıştı. Hatta oraya gitmekle iyi birşey yapmadığını bile düşündü. Şimdi Samara’nın amacı herneyse onu da bozmadan olan biteni öğrenmenin bir yolunu bulmalıydı. Odanın köşesinde kendilerini izleyen kamerayı gördü. Samara’ya başıyla masayı işaret etti. Kendisi pencerenin önünde duran tekli koltuğu masanın başına çekerek oturdu. Samara da iskemlesine kamerayı arkasına alarak oturdu. Gülümseyerek ve gözleri parlayarak Jack’e bakıyordu. Jack ise şaşkın ve söze nereden gireceğini bilemiyordu. Yanlış bir söz etmemek için buraya gelirken düşündüğü şeyleri önce aklından geçirdi. Ancak hepsi de şu anda anlamsız kalmıştı. Belki Samara’nın birşeyler söylemesi gerekiyordu ancak o da bunu yapamayacaktı. Görünen o ki sadece kendilerinin anlayacağı bir şekilde iletişim kurmaları gerekecekti.
J- Demek Pietro’yu bekliyordun ha? Peki Pietro’nun nerede olduğunu biliyor muydun bakalım?
Dr. Lambert not defterini eline almış, kulaklıkları takmış, gözünü ekrana dikmiş, her kelimeyi dinliyor gelecek cevapları sabırsızlıkla bekliyordu.
S- Nerede olduğunun önemi yok. Bunları vermek için bekliyordum.
Samara çalışma masasının dolabından bir ayakkabı kutusu çıkardı. Kutunun içinde Jack’e yazılmış bir sürü mektup vardı. Jack kutuyu alarak Samara’ya gülümsedi.
Dr. Lambert yaşadığı deneyimden büyük keyif alarak bir kahkaha patlattı. “Hadi bakalım Bay Statham. Benim göremediğim şey neymiş göstermenin zamanı geldi.” diyerek elini çenesinin altına koyarak olacakları izlemeye koyuldu..

4 Nisan 2010 Pazar

Nefretli Hatun Tekkesi

Chiara bir mabede girer gibi odasına girdi. Yüzünde ciddi bir ifade ile bilgisayarının başına oturdu. 12 yıldır çeşitli organizasyonlarda şarkıcılık yapıyordu. Bu akşam da bir programı vardı ve dışarı çıkmadan biraz moral depolamak istiyordu. Sırasıyla bütün sosyal ağ ve favori sohbet sitelerini açtı. Kollarını sıvadı ve yeni bir av aramaya başladı. Aslında av aramakla zaman kaybetmesine gerek kalmıyordu. Seçtiği isimler hedef kitlesindeki erkekleri kendine otomatik olarak çekecek cinstendi. Sonra iş pirinç ayıklar gibi insan ayıklamaya kalıyordu. Tekke’de ona internetin kraliçesi ismini takmışlardı.
Nefretli Tekke internetin Malta’ya gelişinin 3. yılında kurulmuştu. Özel bir araştırma konusu olsa, etkisi ve amaca ulaşma yüzdesi olarak dünyadaki tüm gizli veya açık terör örgütlerinden ilerde olduğu görülebilirdi. Ancak konusu ve sonuçları itibariyle ne suç sayılabilecek birşey yapıyordu ne de içerden biri tarafından ifşa edilme riski vardı. Çeşitli nedenlerle erkeklere düşmanlık besleyen çoğu çirkin, şişman fakat kendilerine güvenebilecekleri kadar bilgi depolamış akıllı kadınlardan kurulu bir organizasyondu. Her Cumartesi kurucusu Melanie Theuma’nın dublex villasında toplanır eğlenirlerdi. Sohbetlerin konusunun çoğunluğunu o hafta tuzağa düşürülmüş, gururlarıyla oynanmış erkekler oluştururdu.
Chiara kendisine nasıl olduğunu soran birine “Sanane?” diye yanıt verdi. Cinsiyetini soran bir diğerine bunu söyleyemeyeceğini bunu yapmasının özel bir amacı olduğunu söyledi. Kendi istekleriyle ağına takılanların dışındakilerle fazla uğraşmazdı. 1-2 saat içinde 4 kişiye o akşam için aynı noktada buluşma sözü vererek bu akşamki moralini depolayarak bilgisayarını kapattı. Bugüne kadar ne bu yüzden vicdanı sızlamış ne de başına bir olay gelmişti. Sahnedeki olağanüstü performansında bu acımasızlığın payı büyüktü.
28 tekke üyesi kadın Cumartesi toplantısı için villanın bahçesinde kurulu masalarda yerlerini aldılar. Eğlenceli ve neşeli yemekten sonra Melanie Theuma bir duyurusu olduğunu söyleyerek ayağa kalktı. Önce herkesi gülümseyen yüzüyle kısaca süzdü. Ardından hepsinin tanıdığı o ismi söyledi. Malta’nın en çapkın adamı bir diş doktoruydu. Hakkında duydukları şeyler nedeniyle hepsinin en büyük düşmanı sayılabilirdi. Nefretlerinin maddeleştiği, bir bedende anlam bulduğunu düşünülürse akla ilk gelecek isim Malta’nın çapkın diş doktoru Çağrı Tüzmen olabilirdi. Bu amansız Türk yıllar önce Malta yasalarının boşluklarından yararlanarak sadece bayanlara hizmet verecek bir muayenehane açmış ve ününe ün katarak hem zengin olmuş hem de tüm sosyetik güzellerle ilişki kurmuştu. Malta’daki hayatının tanımı bir Türk erkeği için cennetle eşdeğerdi. Güç, para, kadınlar, şöhret ve benzeri ne varsa hepsine sahipti. Özellikle geçmişte ondan hizmet alanlar ve kalpleri kırılanlar başta olmak üzere hemen herkesin yüzünde bir endişe belirdi. Bu çok fazla değil miydi? Bugüne kadar garantili operasyonlar yapmışlar hiçbirinde de başarısız olmamışlardı. Amaçladıklarının çok fazlasını elde etmiş, bir mutlu aile kurmuşlardı. Daha fazlasına ihtiyaçları var mıydı?
Melanie endişeli bakışları dindirmek için sözlerine şöyle devam etti:
“Biliyorsunuz sanal dünyada başlattığımız savaşı daha önce de reel dünyaya taşımıştık. Böylesinin daha tehlikeli ve kaybetme ihtimalinin fazla olduğunu biliyorum. Ancak bu sefer elimizde Mischa var. Kendisi kuzenim ve Ukrayna’da yaşıyor. Geçtiğimiz hafta uzun zaman sonra kendisiyle konuşurken söz Türkiye’deki tatiline geldi. Sonrasını tahmin edersiniz. Mischa yaptığımız şeye çok inandı. Çarşamba günü belediye sarayındaki partiye katılacak. Herşeyi ayarladım!”
Çarşamba günü Malta’nın önemli yerel günlerinden biriydi. Şehrin ileri gelenlerinin katılacağı bir davette ilk temasın kurulabilmesi için Melanie Mischa için davetiye ayarlamıştı. Mischa güzel sanatlar bölümü son sınıf öğrencisiydi. Sarı uzun saçları, masmavi gözleri ve kusursuz fiziğiyle kendine hayran bırakamayacağı erkek yok gibiydi. Öğrenimi süresince güzellik kavramını öylesine özümsemişti ki sergilediği her tavır, söylediği her kelime hatta düşüncelerinin güzelliği bile kendisine bakıldığında anlaşılabiliyordu. Çağrı’nın Malta’daki sicili neyse aslında Mischa’nın istemeden de olsa oluşturduğu geçmiş benzer denebilirdi. İkisi de ardında kırık kalpler bırakmış, düzinelerce insanı kendi hayallerine hapsetmişlerdi. Onlarla tanıştıktan sonra hayat her iki cins için de eskisi gibi olamıyordu.
Endişeli bakışları tam anlamıyla gidermek için Melanie Mischa’nın bir kaç fotoğrafının slayt gösterisini sundu. Nefretli Hatun Tekkesi’nde endişenin yerini merak almıştı.
Pazartesi günü Mischa Melanie’nin evine geldi. İkisi de birbirlerini görür görmez böyle bir vesileyle görüştükleri için utanç duygusuyla gülüştüler. İki gün boyunca Melanie Mischa’ya organizasyondan ve özellikle Çağrı Tüzmen’den bilgiler verdi. Çarşamba günü ne yapacağını sorduğunda Mischa gülümseyerek “Herşey bavulumda..” diye yanıt verdi. Melanie sevinçle ellerini çırparak bunu ancak sen yaparsın Mischa! diye çığlık attı.
Çağrı muayenehanesini kilitlemiş koltuğa gömülmüş cep telefonunu inceliyordu. Rehberde olmasını istemediği isimleri bir bir siliyor ve neredeyse yarısının kim olduğunu bile hatırlamıyordu. Bunu 2-3 ayda bir yapardı. “Nasıl olup da içlerinden silmek istemeyeceğim biri çıkmıyor” diye düşündü. Artık 33 yaşına gelmişti. Hayatının aşkını bulup eski düzenine bir son vermesi gerektiğine inanıyordu. Onu böyle olmasına biraz da şartlar zorluyordu. İyi bir neden bulabilirse şartları da kendini de başka türlü bir hayata ikna edebilirdi. Yerinden kalktı ve büyük ümitlerle smokinini giydi. Papyonunu sıkılaştırırken yüzünde bir gülümsemeyle aynadaki aksine bu gece herşeyin değişeceğini hissettiğini söyledi.
Son model beyaz Porsche’siyle belediye sarayının önüne geldi. Davet yarım saat kadar önce başlamıştı. Arabasını valeye teslim ederek merdivenleri büyük bir şevkle adımladı. Büyük salonun kapısı kapalıydı. Ceket ve papyonunu son kez düzelttikten sonra kapıyı araladı ve ışıklı salona adımını attı. Bir tanıdık görmek için başını sağa sola çevirdi. Gözleri istemsizce ileride arkası kendisine dönük olarak duran beyaz elbiseli kadına takıldı. Mischa balkonun altında gözgöze geldiği Melanie’nin başını sallamasıyla geriye döndü. Çağrı bu dönüşü kalbine hedeflenmiş bir okun yaydan fırlaması olarak algıladı. Beyaz ince kabartma desenli göz alıcı elbisesiyle, ışığın yansımaktan öte bir kaynak olarak çevresinde halelendiği, derinliğinde kaybolunan mavi gözlerle süslenmiş bembeyaz teniyle güzeller güzeli bir yüzün sahibesi, bir beyaz kısrağın yemyeşil çimenlerde özgürce koşmasını akla getiren şiirselliğinde ona doğru ilerliyordu. Saçları dokunulmadan ipeksiliğini kabul ettiren bu güzel de kimdi? Nereden gelmiş nasıl bunca zaman varlığından habersiz yaşamıştı. Kendisine 5 adım kala böylesini ömrü boyunca duymadığı ve asla benzerini bir daha duyamayacağı Ukrayna leylaklarından damıtılmış özel parfümün kokusuyla sarhoş oldu. Salona girerken kapıyı açmış ancak kapatmasına fırsat kalmadan donakalmıştı. Mischa sanki kendisine kapıyı açmış gibi gözüken Çağrı’ya başıyla teşekkür ederek yanından geçti. Son bir refleksle kapıyı bırakan Çağrı gitmesini istemediği bu afeti devranı engellemek için başka yapacak birşey tasarlayamadı. Gerçek şu ki bütün düşünceleri alt üst olmuştu. Oraya neden geldiğini henüz muayenehanesinden çıkmadan önce ne düşündüğünü hatta ismini mesleğini adını şöhretini bile an unuttu. Üzerine kapanırken ince narin sol eliyle kapıyı durduran Mischa bir hayaletin aniden görünüp kayboluşunu betimleyen bir hareketle eteklerini toplayarak kapı arkasında kayboldu. Çağrı’nın onu yerine çivileyen aklında kalan son görüntü karesinde, bir kere eğilip öpmek için herşeyini verebileceği beyaz pamuk elin yüzük parmağında parlayan bir alyans vardı.