31 Ocak 2010 Pazar

A ile N ?


Nurdan Hanım telle tutturduğu tam ortasından kırılmış gözlüğünü çıkarıp düzeltti. Pozisyonu kaçırmamak için aceleyle yeniden taktı.
- Hay Allah'ın salağı!
Ali Bey keyifle kanepesine uzanmış Nurdan hanımın yorumlarına cevap veriyordu.
- Ben ne dedim atamaz bunlar Nurdan!
Nurdan Hanım ellerini dizlerine koymuş heyecanla bir öne bir arkaya kaykılıyor maçın son beş dakikasında Jaguaquarasporun bir gol daha atarak beraberliği sağlayıp sağlayamayacağını merak ediyordu. Nurdan Hanımın aklı bir yandan mutfakta ısınmakta olan tuğladaydı.
Ali Bey'le Nurdan Hanım'ın 35 senelik evliliklerinde başka ortak yönleri çıkmamıştı. Neyseki bu zaman zarfında televizyon icat edilmiş, TRT bir kaç kanal daha açmış, en nihayetinde Brezilya 3. liginin bir üst lige çıkma mücadelelerini bile yayınlar olmuştu da çift en azından haftada bir kaç kez iletişim kurmaya başlamıştı. Bu iletişim, yararsız gibi gözükse de aslında birbirlerine yabancılaşmamalarını sağlıyor, çoktan yuvadan uçmuş çocuklarının ayda yılda bir kendilerine bakan gözlerinde anne-baba olduklarının tek kanıtı gibi duruyordu.
Jaguaquaraspor Castroalves'e yenilmiş bir üst tura çıkamamıştı. Her Türk insanı gibi Nurdan Hanım da başta daha güçsüz gözüken (oyuncularının daha fazlası çelimsiz bacaklı ve uzun saçlı olduğu için) Jaguaquaraspor'u tutmuş hatta ilk beraberlik golünde kendini tutamayıp alkışlamıştı. Biraz sonra geçecek yalancı hüznüyle mutfağa tam kıvamında ısınmış tuğlasını almaya giderken Jaguaquaraspor'a ve futbolcularına bir kaç ağır eleştiride bulundu. Yalnız kalan Ali Bey televizyonda kendini oyalayacak bir kaç şey aradı. Bulamayınca kapatarak bilgisayarın başına oturdu.
Nurdan Hanım eski gazetelerden birini katlayıp ısınan tuğlayı aldı ve devamlı surette ağrıyan gobeğinin üzerine bastırdı. Tek eliyle mutfakta sağda solda duran bardakları tezgahın üzerine toparladı, bezelye yemeğinin üzerini kapatıp salona yöneldi.
Ali Bey bilgisayara oturmuş her zamanki okey sitesinde artık isimlerine aşina olduğu arkadaşlarıyla okey oynamaya başlamıştı. Nurdan Hanım bir saksı ya da bir sehpa gibi yerinden oynatılmadıkça farkedilmeyen eşyalara benzeyen Ali Bey'e hiç dikkatini vermeden doğruca televizyonu açmaya gitti. Senaryoları birbirinin kopyası ve hiçbir özgünlük içermeyen Türk dizilerinden konusunu daha çok hatırladığı bir tanesini bulmak için kumandanın en çok kullandığı düğmesine basmaya başladı.
Nurdan Hanımla Ali Bey'in 4 çocukları olmuştu. Çocuklarına vermeleri gereken her türlü insani duyguyu ve öğretiyi ellerinden geldiğince vermiş, kendilerince hayırlı evlatlara sahip olmuşlardı. Dışardan bakanlara göre de evlatların her biri birer pırlanta, adeta birer rol modeldi. Hepsi okumuş birer iş sahibi olmuş, kimseye muhtaç olmamış, hapse girmemiş, kötü alışkanlıkları olmamış, etraflarınca sevilip sayılmışlardı. Ancak onlar da büyürlerken anne-babalarının ayrı dünyalarındaki tek başınalığı benimsemiş kardeşten önce birey olmuşlardı. Her biri kendi anladığı ölçüde özgürlüğüne düşkün, yaptıkları sorgulanamaz (tercihen), kendi seçimlerinin bedellerini tek başına ödeme düşkünü insanlar olmuşlardı. Hepsi içlerinde diğer insanlarda gözlemledikleri normal bir ailenin özlemini çekerken bunun farkında olmamış bu eksiklik duygusuna bir isim ararken kimi işine, kimi arkadaşlarına, kimi ise sevdiğine veya hobisine gereğinden fazla önem vermiş ve bağlanmıştı.
Nurdan Hanım gün boyunca şifalı bitkiler kitabından bir kaç sayfa, maarif takviminden bir kaç yaprak ve günlük gazeteden bir kaç makale okuyarak akşam etmişti. Aynı zamanda aralarda biraz sonra ziyarete gelecek tek torunu için hazırlık da yapmıştı. Tek eksik sevgili gelininin en sevdiği turp salatası için alınacak yeşilliklerdi. Kocasını pazara gitmesi için bütün gün bir kaç sefer uyarmış ancak Ali Bey sürekli bitip yeni insanlarla yeniden başlayan okey oyunundan kafasını kaldıramamıştı. Nurdan Hanım her zamanki gibi söylenerek giyindi. Ali Bey'in bir kulağından girip diğerinden çıkan sözlerin duvarda çınlayan yankılarına kapının sertçe kapanışı eşlik etti. Ali Bey bir yanağına koyduğu sol elini kaldırmadan, diğer eliyle iyice uzmanlaştığı mouse'u kullanarak yerden bir taş çekip ıskartaya ayırdığı taşı yere attı. Hayatta başarılı olduğu bir iki konudan biri olan okeyi bırakması için sanki ancak ölmesi gerekiyor gibi davranıyordu.
Nurdan Hanım utancından dışarıda takamadığı telli kırık gözlüğünü yanına almadığı için tam göremeden seçtiği yeşillikler elinde eve geldi. Anahtarı almayı unutarak çıktığı için zili çalmak zorunda kalmıştı. Ali Bey'in oyunu bırakıp kapıyı açması geciktiği için eve girer girmez onu azarladı. Ali Bey geri döndüğünde oyuncuların masayı terketmiş olduğu için oyunun yarıda kesildiğini görüp küfürler etti. Aynı zamanda yeni masa açmaya çalışırken bilgisayarı kilitleyip yeniden başlatamayınca yerinden kalkıp televizyonun önüne oturdu. Bir futbol maçı ya da kolay anlaşılabilecek basit diyaloglar içeren bir yapım aramaya koyuldu.
Nurdan Hanım gözlüklerini taktığında pazardan aldığı şeylerin 2. sınıf kalitede olduklarını farketti ve kendisini kandıran pazarcılara ağır sözler sarfetti. Görünen o ki pazarcılara hakkını helal etmeyecekti. Bu kadar akşam vaktine kalmasına sebep olan kocası da sözlerden nasibini aldı. Öyle ya, hava daha aydınlık olsaydı yeşillikleri daha ayrıntılı görebilirdi. Gerçi yine kendisinin kalkıp gideceğini bilmiyor muydu, o halde niçin ona güvenip akşamı beklemişti. Sonunda kendisinde de kusur bularak sitemlerini tamamladı.
Yarım saat sonra kapı çalmış dünyada en sevdiği şey olan torunu gelmişti. Küçük Arda kapı açılır açılmaz babanesinin kucağına atladı. Henüz 3 yaşındaki torunları özel nedenlerden dolayı konuşmayı beceremediğinden salona doğru koşarak kendisini her zaman aynı yerinde bekleyen oyun çadırının içindeki kücük battaniyesini yere sererek üzerine uzandı. Ali Beyle Nurdan Hanım ne yapmaları gerektiğini biliyorlardı. Bu Arda'nın en sevdiği oyundu. Küçük aklında bu eve gelmek demek onun için hep aynı mutlu oyunları oynamak demekti. Nurdan Hanım ve Ali Bey iki ucundan tuttukları battaniyeyle Arda'yı salladılar. İki kişi arasında insancıl bir bağı bilmeden de olsa kuran Arda neşeden paçalarını yukarı çekmiş dizlerini kıvırmış olanca mutluluğuyla kahkahalar atıyor kendisine sevgiyle bakan büyükbaba ve annesine kendi dilinde teşekkür ediyordu.