6 Haziran 2010 Pazar

Dua

“Pencerenin önünde durmuş gökyüzüne bakıyordum. İçimde köpüğü giderek yükselen bir kaynayan duygular kazanı vardı. Hem çok şey yapabilecek kadar güçlü, bu gücü aşırı istemekten alan ben, aynı zamanda istediğim şeyin olması için yerlerde sürünüp kendimi aşağılayarak yalvaracak kadar zayıftım. Nefes alıp vermem zorlaşmıştı. Boğazımda giderek büyüyen bir yumru, yutkunmam bir tarafa nefes almamı bile istemiyor gibiydi. Dudaklarım büküldü. Karşı koymama aldırmadan istemsizce birkaç kez daha büküldüler. Dudağımı acıtmadan ısırdım. Gözlerimi kapadım.
- Allah’ım yaptığım iyi birşey mutlaka vardır! Ne kadar önemliydi bilmiyorum ama küçük de olsa iyi taraflarımın uğruna ne olur, ne olur bana yardım et!
Avuçlarıma baktım. Dua ederken onları yukarı kaldırıyorduk. Avuçiçleri yukarı bakıyorsa o halde bunun mutlaka bir anlamı vardır. Çizgilere baktım. Söyledikleri gibi bir anlamları olabilir miydi? Dua ederken yaptığımız önceden elimize çizili kaderimizi yazarına gösterip istediğimiz şeyi vermesi için doğru zamanın geldiğini anlatmaya çalışmak mıydı? Öyle ya zaten her dua karşılığını bulmuyordu. Her istediğimizin olmayışına bir hayır vardır diyerek kabul gösterip boynumuzu bükebiliyorduk. Çünkü belki de zamanı gelmemişti.
Yatağıma oturdum. Gözyaşlarım avuçlarıma aktı. Bunca üzülmeye değer miydi? Ağlamak birşey değildi benden birşey götürmüyordu. Beni seyretseydi bana üzülmezdi. Ağladı diye kimse terkettiği insana geri dönmemişti. Şimdi kapıdan bana baksa ağlama beni de ağlatacaksın derdi. Öyle ya senin üzülmeni hiç ister miydim? Seni hiç ağlatmak ister miydim?
Kendimi halıya attım. Tüylerini yolarak ismini sayıkladım. Belki de küçülmek istiyordum. Daha da aşağılık olursam terkedilmeyi haketmiş olacaktım. Herhalde savunma mekanizmalarımdan biri öyle olacağını sanmış olmalı ki düşünmeme bile fırsat vermeden refleks merkezinden onayları alarak bunu bana yaptırmıştı. Kendimi birilerinin huzurlu ellerine bırakmayalı çok olmuştu. Kendi bilincim ve benliğim dışında birilerine gözü kapalı güvenmeyeli çok olmuştu. En son hayatımın sonuna kadar güvenebileceğimi düşündüğüm kişinin gözlerine bakıp güven duygusunu hissedeli çok olmuştu. Bu güven hasreti yüzünden olsa gerek bana yaptırdığı şeyi sorgulamadan savunma mekanizmama güvendim.
Ağlayarak birşey istediğinizde verilir sanırsınız. Bebeklikten kalma bir alışkanlık olabilir. Ben bebekken de ağladığımda istediklerimi elde edemedim. Şimdi ne yapmaya çalışıyordum acaba?
Çok geçmeden ağlama nöbeti yerini yağmurda sokak kenarına sığınmış ıslak yavru bir kedinin mahzunluğuna bıraktı. Sanırım bu kez de kendimi acındırmayı deniyordum. İşin doğrusu, “Ben” kendime acıyordum. Hem de başlangıcını hatırlamadığım çok uzun bir zamandır acıyordum. Başkasının hangi konu ve mekanda olursa olsun bana acıdığını ise hiç görmedim. Aklıma sürekli güçlü olmak gerektiğini söyleyen annem geldi. Beni niye en zayıf halimle doğurdun anne o zaman? Niye en zayıf halimde beni en çok sevdin o zaman?
Yerden kalktım yine yatağıma oturdum. Yastığımı kucağıma alıp ona sarıldım. Kokusu hala üzerindeydi. Bir gün kokusu da kendisi gibi yastığımı ve beni terkedip gidecekti. Yastığıma daha sıkı sarıldım. Sanki ondan kalan bir ize sevgimi gösterirsem ruhu hisseder sandım. Yüzüne bakar gibi yastığa baktım..
İnanmak istemiyordum. Bu kadar derin bir sevginin ruhlar aleminde yok sayılabileceğine inanmak istemiyordum. Derin her ne varsa yeryüzünde ilgi görmüştü. Büyük ne varsa yeryüzünde insanları kendine çekmişti. Ruha inanıyordum, sevmeye inanıyordum, mucizelere daha doğrusu doğası çözülemeyen olmuş ve henüz olmamış her türlü işarete inanıyordum. Akşam vakti semtlerinin yakınından geçerken gözlerimi kapatıp ona yoğunlaşıyordum. Geceleri rüyasına girmek için ona yoğunlaşıyordum. Alışveriş merkezlerinde, metrolarda, toplu taşıma araçlarında, her türlü kalabalık içinde insan yüzlerinin arasında ona yoğunlaşıyordum. Bu şehrin aslında ne kadar kalabalık olduğunu işte böyle farketti seni ararken gözlerim.
Bu Ağustos’ta seni sevmeye başlamamın 4. yılı dolacak. Hayatımın en güzel doğumgünü kutlamasının 3. yılı.. Yine bu Ağustos’ta beni sevmemeye karar verdiğinin 2. yılı. Bu Ağustos’ta daha fazla mücadele edemediğimin 1. yılı dolacak. Dört,üç, iki, bir.. Bu geri sayım belki herkesin beklediğinden uzun sürdü, ama herşeyden iki günde sıkılan kalbime bile kısa geldi.. 9/8/10“
Pırasan
Cansız bedenini sabah okula giden çocuklar bulmuş. Onunla çok eskiden hemen her konuda sohbet ederdik. Herşeye başka bir gözle bakardı. Onu tanıyan herkes gibi ben de çok daha farklı yerlere layık olduğunu düşünürdüm. Son zamanlarında derin hüzünler içindeydi, bense kendi hayatıma dalıp onu yalnız bırakmıştım. Aylardır konuşmuyorduk. Bir daha görüşmeyeceğimizden emindim, hafızamdan silinmeye başlamıştı. İntihar mektubunu bir zarfa koymuş. Zarfta benim adım yazıyormuş. Bu mektupla ne yapmamı isterdi gerçekten bilemiyorum. Gazetede üzeri gazete parçalarıyla kapatılmış resmini görünce tüylerim ürperdi. Hatırlıyorum bir keresinde yüksek bir yerden atlayıp intihar edenlerin vücutlarının neden öyle değişik şekillere girdiğinden bahsetmişti. Söylediğine göre herkes atlarken ölmek istiyor ancak yere yaklaştıkça yaptığı hatayı anlıyor kendini korumaya çalışıyordu. Resimdeki gazete kağıtlarının altından en son ne hissettiğiyle ilgili bir ipucu yakalamaya çalışmıştım. Gazete kağıtlarının kapatamadığı kanlı bir avuç başının hemen yanında gökyüzüne bakıyordu..