7 Aralık 2011 Çarşamba

Rodeon - Doğuş

Bir günde neler değişebilir? İnsan bu soruyu duyduğunda 300 kelimeyle yaşadığı günlük hayatından cevaplar arar. Oysa gerçekte büyük değişimler için saniyeler bile yeterlidir. 45 saniyede yerle bir olan şehirler ve hayatlar biliriz. Yeni bir şehre taşınıp işini ve tüm hayatını değiştirmişse insan, geçmişini ve öğrendiklerini unutmak zorundadır. Her şey bazen hep birlikte değişmek zorundadır. Her nereye bağlandılarsa.. İpi tutanın ellerinde sonsuz sayıda olasılık ve her an bir tanesi seçiliverir. Bazen sizin için biri bu seçimi yapar. İşte o gün sadece sizin için değil herkes için her şey bir anda değişir. İşte bu gerçek, bugün insanın kaygılarını bir kenara bırakması için en güzel nedendir. 

Kahramanımız uykusunda bir süredir sürekli gördüğü ve hoşlanmadığı türden rüyalarından birini görüyordu. Artık rüyasız geçirdiği geceler yoktu. Ne de normal rüyalar kalmıştı. Hayatında hiç görmediği yüzleri, kişileri tanıyormuş gibi en detaylı halleriyle biliyor; hiç gitmediği mahallelerde apartmanları inşa detaylarına kadar algılıyordu. İlk zamanlarda daha önce düşünmediği fikirlerle sürekli sarsılıyor ve hemen uyanıyordu ancak zamanla tuhaflıklar merak uyandırmaya başlamış onu peşlerinden sürükler olmuştu. Rüyalar gittikçe uzuyordu. Mermerden yapılmış bir kent meydanında dikilmiş demirden şehir süsleri, Fuar alanı benzeri karmaşık mekânlarda tuhaf yarışmalara katılmak, iki tekerlekli arabalarla gündüz gece birinden kaçtığını bilmeden başkalarını kovalamak ya da öyle sanmak. Kelimelerle ifade edilemeyen birçok olgu içinde kaybolmak.. Uyandığında her şeyi hatırlamak ancak ne duyguyu ne olguyu kelimelere dökebilmek.. Unutmaya çalışmak ancak başaramamak.. O gece önce liseyi okuduğu okul bir alışveriş merkezine dönmüş kendisi içinde kaybolmuştu. Ardından üniversiteyi okuduğu binayı, yurtları, festivalleri gördü. Birden çok kişi oldu, birden çok şehirde bazen koştu bazen uçtu. Önceki aylarda gördüğü rüyalardan hatırladıklarını uyguladı. Giderek güçlendiğini hissediyordu. İlk günlerdeki gibi endişeden hemen uyanamıyor ancak uyandığında daha uzun süren rüya daha büyük bir problem oluyordu. Yorulmuştu. Tavana vurulmuştu. Çan kulesine tutunmaya çalıştı. Kulağında bir ses ona “yerçekimi var, nereye kadar tutunacaksın?” diye sorduğunda endişeleri katlanılmaz boyuta ulaşmıştı. Yapabileceği başka bir şey olmadığından tükürmekle sesi kovmaya çalıştı. Her şey öyle gerçekti ki uyandığında sağ omzunu ve yastığı ıslak buldu. Uyanmak bu muydu? Gerçekten odasında mıydı? Elini soğuk duvara bastırdı. “Şükürler olsun!” diye birkaç kez tekrarladı. Bu işin sonu nereye varacak diye düşünmekten kendini alamadı. Onca anlamsız rüya arasında aklında kalan şey bu kez sadece kulağında çınlayan ses olmuştu. 

Gördüğü şeyleri hiçbir zaman sahiplenmemişti. Neden olduğunu bilmiyordu ama belki sadece beyni yılların yorgunluğunu atmak istiyordu. Daha önce de rüyalarında kendini şaşırtmıştı. Beyninin ona beklenmedik sürprizler yapmasına alışıktı ancak başka birinin sesini duymak ona hiç “kendinden” olmuş bir şeyi çağrıştırmıyordu. Saatine baktı gülümsedi. Biyolojik saati onu uyanması gereken saatte uyandırmıştı. Çabucak hazırlandı ve evden çıktı. Aklında bu saatten sonra sadece tatil olmalıydı. Bugüne kadar bedenine ama daha çok beynine yeterince yüklenmişti. Artık uçağa atlayıp neredeyse hiç düşünmeyeceği günler geçirmek üzere güneye gitmenin zamanı gelmişti. Havaalanında insanlarla birlikte beklerken düşünüyordu. Acaba onu fark ediyorlar mıydı? Biraz daha dik oturdu. Bu kendine güvenen, her zamankinden daha tamamlanmış hisseden kendisini acaba tanısalar nasıl olabilirdi. Yine böyle insanların arasına karışabilecek miydi? Peki, herkesten uzaklaşırsa neleri özleyecekti? Yepyeni bir kendisini yaratabilecek miydi? Farklı olmanın güzelliğini fark etti. Farklı olmak yeri olmaksızın bile yerini bulmak demekti. Kendini özel hissediyorsan mutlaka bir nedeni olmalıydı. Bu gerçekle mutlu olmak için nedeni bilmesine gerek yoktu. 

Etrafındaki sıradan insanları görmeyerek sadece kurallara uyarak güvenlik kontrollerinden geçerek nihayet uçaktaki yerine oturmuştu. Pencereden ulaşabileceği en yüksek hıza ulaşıp bir rüya gibi yeryüzünden yükselişini seyretti. Çok geçmeden beyaz bulutların üzerinde beklentisinden, hatta asgari şartlarda kabul edebileceğinden çok daha yüksek bir hızda tatil cennetine doğru yol almaya başlamıştı. Önce biraz dergi karıştırdı. Ardından etrafındaki ilginç insanlara göz gezdirdi. Yolculuğun son kısımlarını uyuklayarak geçirmeye karar vererek gözlerini yumdu. Başını yumuşak koltuğa gömmeye çalışırken aniden bir ses ve sarsıntıyla irkildi. Uçak alçalmaya başladığı sırada bir kuş sürüsüne dalmış ve motorları alev almıştı. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışıp birbirine bakışırken tok sesli bir kadın çığlığı asıl paniği başlattı. Kimi insanların gözleri çaresizlikle hesap sorabilecekleri birini ararken, daha bilinçli olmaya çalışan kimileri neden hala düşmediğini anlamadıkları solunum maskelerinin yuvalarını tırnaklıyordu. Kaptanın sakin olmaya çabalayan titrek sesi çok geçmeden duyuldu. Herkesin hayatını elinde tutan adam, panik yapılmaması ve uçuşun başında anlatılan güvenlik önlemlerine uygun davranılması gerektiğini vurguladı. Bunu sağlamak için de motorları çalışmasa bile bir uçağın süzülerek iniş yapabileceğini anlattı. Kaptana göre yaklaşık 5 dakika sonra sorunsuz bir şekilde ovaya inmiş olacaklardı. Kaptanın yalanlarıyla ilgili mantıklı tek şey bu tür durumlarda paniğin kimsenin işine yaramayacak oluşuydu. Belki bu nedenle teskin edici konuşma bazı insanlar üzerinde bir miktar işe yaradı. Panik, ölü sayısını çarpma nedenleri dışında artırmaktan başka ne işe yarayabilirdi ki? Yolcuların durumu istenildiği kadar sakin karşılayabilmeleri için motorların sadece durmadığı ancak yanmakta oldukları gerçeğini görmezden gelmeleri gerekirdi. Ayrıca uçakların yakıtları motorlarının da yer aldığı kanatlarında bulunuyordu. 

Kahraman “Hepimiz öleceğiz galiba...” diyerek gülümsedi. Sonunda saçma rüyalar görmekten, tatil özlemi duyarak yaşamaktan ve sayfalarca yazılsa da bitirilemeyecek nice acılarla dolu hayattan kurtulacaktı. Rüyasında tanıştığı sesi ikinci kez duyana kadar kendini böyle düşünmekle doğru yapıyor saydı. O an anladı ki korkudan kaçmakla korkuya sarılmak aynı şeylerdi. “Korkma! 5 dakikan var. Yapılması gerekeni yap!” Kahraman, yerinden kalkıp yanında kemerlerini bağlı oturanların üzerlerine basarak koridora zıpladı. Bagaj raflarını hızla açarak bulabildiği bütün montları kabanları üst üste giymeye başladı. Bulabildiği içi yumuşak giysilerle dolu kumaştan yapılma çantaları bir bir yere indirdi. Nihayet -yere çarpmaya saniyeler kala- kendini iki koltuğun altına, aralarına gelecek şekilde sıkıştırarak kendine doğru çektiği çantalarla etrafındaki boşlukları destekledi. Cenin pozisyonunda çarpmanın ona saatler sürmüş gibi gelen gürültüsünün ve sarsıntısının bitmesini bekledi. Bütün sesler kesildiğinde bekleme zamanının bittiğini anlayarak sürünerek kendini enkazdan olabildiğince uzaklaştırmaya başladı. Bütün gücü tükenmiş halde, sarsıntının etkisiyle başı dönüyor, bir yandan adrenalin etkisini kaybederken vücudundaki ezikler acı vermeye başlıyordu. Gözleri karardı. Enkazdan yeterince uzakta, baygın, uykuya daldı. 

Gözünü açtığında kendini merakla izleyenleri, ellerinde kameralarıyla bu anı fırsata veya anıya dönüştürmek isteyenleri gördü. Sanki bakan kendisi değildi. Ona yol gösteren ses artık onun sesi, eskiden özendiği beyninin kontrolsüz bilgeliği bilinçli benliği olmuştu. Boşluğa bakar gibi etrafına bakarak konuşmaya başladı. “Ben Rodeon. Şu an biliyorum ki uzun zamandır ismini korku koyduğunuz, neredeyse her şeyinizi yöneten ilkel duygunuzun, aslında ne kadar basit olduğunu öğreniyormuşum. Korkunun yerine geçecek henüz tanışmadığınız duygularla başa çıkmak için önce onu yenmeniz gerekiyordu. Bugüne kadar ona ya sarıldınız ya da ondan kaçtınız. Karanlıktan ne diye korktunuz ki? Bağrış çağrış sesler, kuş ölüleri, sivri bıçaklar, bolca eğreti çürümüş surat ve kanla dolu aptalca filmler henüz hiçbir şey bilmediğinizi gösteriyor. Nasıl yaşayabildiğim değil, neden hala yaşadığım önemli. Bugün asıl korkulması gerekeni bırakıp korkuyu Tanrı edinenlerin ayıklanmaya başlandığı gün. Bugün dünyada sadece değişeceklerden korkmayacakların yaşamaya başlayacağı gün. Ben Rodeon. Korkusuzların ve yeni insanın ilki. Sizleri sesimi dinlemeye davet ediyorum.” Rodeon şaşkın bakışlar arasında yattığı yerden kalktı. İnanmaya tereddütlü insanların arasından ve gözlerinden uzaklaşırken üzerindekileri birer birer çıkarıyordu…

22 Kasım 2011 Salı

Liseli Avı

S01E01: Çok uzun zamandır iyilik ve kötülük kavramları artık bizi tarif etmekte yetersiz kalıyor. İkiyüzlülük ve yalan dünyaya öylesine yayıldı ki, bu ortamda üremeye devam edersek gelecek nesiller kendilerine bile asla bir şey vaat etmeyecekler. Ticaret ahlaksızlaştı, Hukuk tamamen aldatmaca ve paçayı kurtarmanın bilimi oldu, Sanat üretimi kopyalamaktan ve taklit etmekten öteye geçemiyor. Akıllar eski güzel şiirlerde ne söylendiğini bile anlayamayacak kadar çürüdü. Bozulmanın bu denli hayatın her alanına sindiği başka bir devir olmamıştı. O zamanlarda insan eninde sonunda düzgün işlettiği diğer sistemlerinden güç alıp gerekli kaynakları sağlıyor ve düzeltilmesi gerekeni el birliğiyle düzeltiyordu. Eğer bu olmazsa ilahi adalet tecelli ediyor insanlar olan biten şeylere atasözleri yazıyordu. Bugünden sonra yapacaklarım hepinizin iyiliği için olacak. Bugün ders alıp düşünmeniz için. Bu içinizden en fazla %30’u kurtaracak. En azından %70’inizin ise yok edilmesi gerekiyor. Umarım başlattığım bu hareketle üzerimize düşen payı geçekleştireceğimiz sayıya ulaşacağız. Beni bulmaya değil, hedef olmamaya çalışın.
İpucu: Güç atmaktadır.


Sonunda kimilerinin uzun zamandır beklediği olmuştu. 2-3 kişiyi öldürdükleri için büyük bir heyecanla seri katil ilan edilen çapulcu takımının yıllardır dolduramadığı boşluğu dolduracak biri, Internet’teki ilk ilanından bir hafta sonra bahsettiği icraatına başlamıştı. Uçları sivriltilmiş arkaları kesilmiş örgü şişleriyle saldırdığı altı kişilik liseli bir grubun ikisinin ölümüne birinin yaralanmasına sebep olmuştu. Polis olayı araştırırken en çok okunan bloglardan birinde yayınlanan ilk uyarıyı geç de olsa fark etmişti. “Değerli” köşe yazarlarının neredeyse hiçbiri blogda yazılanların kısmen de olsa doğruluğunu tartışmaya cesaret edememişti. Şimdilik herkes ilk sezonun kaç bölüm süreceğine odaklanmıştı. İpucu bir hadisten alındığına göre Müslüman terör örgütü ilişkisi olabilirdi. Peki, neden hedef olarak masum lisesi çocuklar seçilmişti? Verilen yüzdelerden bir şey çıkarmak mümkün müydü? Buna benzer bir tehdit daha olursa Polise hemen ulaşacağı açıktı. Kullanıcı adının Üsküdar’da bir internet kafeden alınarak aynı gün yazının yazıldığı anlaşılıyordu. Eğer bunu o sırada tespit edemezseniz bu hiçbir işe yaramayacaktı. İnternet kafelerin hepsine kamera koydurmak imkânsızdı. Kafe sahipleri çoğu zaman yerlerine başkalarını bırakıyorlar, ayrıca kim olursa olsun kasaya bakanların ilk kez gördükleri kişileri hatırlamaları olanaksızdı. Hele olayın üzerinden 2 hafta geçmişse değil tam bir işlem saatinin günün bile önemi yoktu.


Olayı çözmek üzere toplanan ekibin başına Komiser İsmail getirilmişti. Analitik zekâsı ne kadar kuvvetli de olsa daha önce rastlamadığı türden bir olay karşısında her normal insanın yürüyeceği yoldan yürümeye başlaması kaçınılmazdı. Komiser ilk toplantılarında adamlarına bunun bir kişinin işi olamayacağına inandığını söyleyerek nedenlerini açıkladı. Örgü şişlerinin insan öldürecek hızda ve hedefe doğru düz atılmasını sağlayacak düzeneğin yapılmasıyla, internette 5 dakika gibi bir zamanda hem üyeliği yapıp hem de düzgün bir Türkçeyle bildiri yazmak aynı kişinin işi olamazdı. Ayrıca örnek verilen ticaret, hukuk ve sanat gibi disiplinler de birbirinden çok uzak duruyor bunlarda yaşanacak sorunların bir kişi tarafından tecrübe edilmesinin az ihtimal olduğunu tahmin etmişti. İçinde grubun yaşça genç ve yaşlı kişilerden oluştuğu yönünde bir his vardı. Ellerindeki tek somut ipucu olay mahallindeki görgü tanıkları olabilirdi fakat burası da hem araç hem insan trafiği yoğun Kabataş bölgesiydi ve kimsenin şahit olduğu bir şüpheli yoktu. Kurtulan çocukların tek hatırladığı arkadaşlarının ani ölümü ve sonrasındaki panik sahneleriydi. Eğer söyledikleri gibi her katil aslında yakalanmak istemiyorsa bu seferkinin yakalanması pek olası gözükmüyordu. Bu aşamadan sonra yapılacak en akıllıca şey internete girilecek sıradaki bildirinin anında keşfedilmesi olabilirdi. Bunun için olarak otomatik arama yapan programa olası bildirinin içinde geçebilecek kelimeleri yüklediler. Hükümet kanadında büyük internet şirketleriyle vergi problemleri çözülemediğinden Türk polisi hiçbir arama şirketiyle kendilerine anlık bilgi verilmesi yönünde anlaşamamıştı. Program doğru sayfayı çok geç bulup uyaracak olsa da yapabilecekleri tek şey buydu. Daha fazla kanıt için herkesin korkarak kabul ettiği gerçek benzer olayların devam etmesi gerektiğiydi.

S01E02: Bir rüya görmüştüm. Korkunç görünümlü orman yaratıkları tarafından kaçırılmış sonumu bekliyordum. Boyları iki metreye yakındı. Simsiyah tüylerle kaplı yüzleri, ellerinde mızrakları ile mücadele edilemez gözüküyorlardı. Sonra bir dokunuşluk canları olduğunu anladım ve teker teker hepsini hakladım. Zayıflıklarını fark ettikçe ben güçleniyordum onlar kaçışıyorlardı. Aslında lise gençliğinin bu örnekten hiç farkı yok. Hepsinin gözlerinde her daim süren bin bir çeşit korkuyu görebilirsiniz. Bu nedenle bu denli yoldan çıktılar ya. Bu nedenle hizaya sokulmaları gerekiyor ya. Bir hafta kadar parça arayacağım. Bu süreyi daha önce söylediğim gibi beni bulmaya harcamamanız gerektiğini anlamanız için veriyorum. Siz liseli canavarlara gelince, hedef olmamaya çalışın. Evet, güç atmaktadır.


Gazetelerin verdiği isimle “internet katilinin” sonradan anlaşılacağı üzere Güney Afrika’dan yayınladığı ikinci bildirisinin üzerinden bir hafta geçmeden parça toplamakla ne demek istediğini açıklayacak ikinci icraatını gerçekleştirmişti. Okul çıkış saatinde yolda yürüyen liseli gençlerin oluşturduğu bir kalabalığa rastgele sivri ufak araba parçaları fırlatılmıştı. Bu kez sadece bir kişi ölmüş, biri ciddi dört öğrenci yaralanmıştı. İkinci olayın ardından bütün liselerde güvenlik önlemleri artırılmıştı. Her ailede veya apartmanda en az bir liseli genç olduğundan artık tüm ülke bu konuyu konuşur olmuştu.


Komiser İsmail yapabileceği hiçbir şey olmadığını kabul etmek istemiyordu. Ancak hangi açıdan düşünürse düşünsün bu yöntemle avlanan birini bulmak olanaksızdı. Her şeyden önce kurban belli bir hedef değil bir kesimdi. Olay büyüdükçe benzer yollarla intikam alanlar çoğalacak biri yakalansa bile diğerleri durmayacaktı. Bu belki de bir uyanıştı, kendi konusunda bir devrin başlangıcını işaret ediyordu. Yeni bildiri yayınlanmadan ülkenin başka illerinde trafiği yoğun yol kenarlarında araçlardan ateş edilerek işlendiği anlaşılan cinayetler baş göstermişti. Hedef belli bir kişi olmadığı sürece -örneğin hayat kadınları- birçok aracın geçtiği yol kenarlarında araçtan vurulan hedefler arkadaki araçlar tarafından fark edilse bile yol akıp gittiği için çok geç oluyordu. Belki gerçekten bildirilerde yazıldığı gibi hedef olmaktan kaçınmaktan başka çare yoktu. Polis okullara iki olaydan yola çıkarak dikkat edilmesi gereken bildiriler dağıttı. Bütün bunlar aslında durumu kabullenip kendine yani düzene çeki düzen vermek anlamına geliyordu. Örneğin bildirilerde erkek öğrencilerin kravatlarını gevşetmeleri ve gömlek uçlarını sarkıtmaları halinde hedef olabileceği bile yazıyordu. Yine kız ve erkek öğrencilerin saç modellerine atıfta bulunuluyordu.


S01E03: Bizler kimlerin cezalandırılacağını seçemeyiz ancak kötülüğü elimizle işaret edebiliriz. Kötülük kara bulutları çeker. Uzaktan orada bir şeyler olacağını tahmin edebilirsiniz. Şimdi neden peşinizdekini unutup kendinizi düzeltmeniz gerektiğini anladınız mı? Biz bir kişi değiliz. Ve siz yerinizi bileceksiniz. Bu kokuşmuş düzeni kurtarmaya hayatınız pahasına çaba göstereceksiniz. Evet, küçük ve güçsüzsünüz.


Son bildiri polis bilgi işleminin S01E03 kelimesini 1 dakikada bir internette aramasıyla öncekilerden daha erken okunabildi. Blogun Avcılar’da bir internet kafeden güncellendiği ve ilk kez görülen sıradan bir Türk erkeği görünümündeki kullanıcının beyaz Şahin marka bir arabayla kafeye gelip 5 dakikada ayrıldığı ortaya çıktı. Bu bilgi yayılıp gereken önlemler alınınca olaylar sona ermişti. Ancak olayları sona erdiren gerçekte bu muydu yoksa artık ellerinde kitapları ve düzgün tavırlarla okullarına gidip geri dönen liselilerin olumlu yöndeki değişimleri miydi kimse bunun üzerinde durmadı.

17 Kasım 2011 Perşembe

Bir Haklı Cinayet

Balkonda sigara içen adam ne düşünür.. Nefretle içine duman çekip kendini azar azar öldürürken; bir başkasını öldürmekten daha doğal bir düşünce olabilir mi? Bir insanın bunca nefreti yalnızca kendine olamaz öyle ya!



Arada bir sakinleşiyor Recep, daha düzgün düşünebilmek için. Yoksa öfkesini kaybetmek gibi bir niyeti yok. Bugüne kadar hep iyi vatandaş olmuş, peki ya kazandığı ne? Kırk yaşına merdiven dayamışken 10 yıllık bir borçla alabildiği bir evden başka hiç birşeyi yok. Borç bitmeden ev onun bile sayılmıyor. Peki ya şu şerefsize ne demeli. Recep üniversitede dirsek çürütürken Turgut Efendi koyunlarını bırakıp büyük şehre göç etmeye karar vermiş herhalde.


- Ben yıllarımı bu şehirde geçirdim bir gün aklımdan ağaç kesmek gelmedi. Ya da dağ başında boş bulduğum bir araziyi sahiplenip seneler sonra ondan ne kazanabileceğimi hiç düşünmedim. Daha çok kim hakeder memleketin toprağını?


Turgut Bey Recep’in söylediklerini duymuş gibi o tarafa döndü. Recep irkilerek aniden kültablasına baktı. Sigarasından son bir nefes daha çekti. Turgut Bey’in Recep’i gördüğü yoktu. Öyle ya! O kimdi ki Turgut Bey onu farkedecekti. Yüzlerce dairesinden birini kakaladığı şehirli aptallardan biriydi Recep. Çevredeki yeni inşaatlarını süzüyordu Turgut Bey. Etrafında bir kaç kez dönerek herhalde neden ilerideki vadiyi de vakti zamanında sahiplenmediğini düşünüyordu. Ona sorsanız size bütün bu olup biteni edebi bir dille anlatamaz. Zaten atalarından genlerine geçen unsurların en birincisi de edep değil. Sadece ilkel bir canlının yaşama içgüdüsüne sahip Turgut Bey. Yaşam demek savaş demek. Savaş ise hile demek. Müslüman Turgut’un dininden anladığı bu. Daha çok kazanacak daha çok kurban kesecek belki ileride memleketine okul dikecek hastane yapacak. Şehirli aptallara kakaladığı sıfır maliyetli arazilerinin üzerine yaptığı binalarından kazandığı parayla belki milletvekili seçilecek daha fazla güçlenmek ve sayısız çocuğuna edepsiz bir servet bırakacak. Turgut Bey bilse çocuklarının kendilerine hiç birşey bırakılmasına ihtiyacı yok. Çünkü onlar da hayatı bir savaş olarak görüyorlar. Zaten babalarının yolundan gidecekler. Şimdi belki daha kolay olur savaşmak. Allah bilir bu sefer evlerinde ya da haremlerinde yatarken yerlerine savaşacak aptallar bulacaklar.


Recep düşündükçe kendini haklı buldu. Öfkesini haklı buldu. Birileri birşeyler yapmalıydı ancak yapmıyordu. 10 senelik bir borca girerek kendisine lüks diye satılan ikinci sınıf evinin sorunları mahkemelik olmuş hatta mahkeme 3 senedir devam ediyordu. Sonuçlansa ne olacaktı sanki? Recep sonucun öfkesini artıracağını bal gibi biliyordu. O halde kendisine bunu yapanı cezalandırmak için daha neyi beklemeliydi?


Turgut Bey siyah Mercedes’ine binerek, işlerini ayaklarını uzatarak takip ettiği villasına doğru yola koyuldu. Recep Mercedes’in arkasından gözlerini kısarak baktı.
- “Bunu kendim için değil herkes için yapacağım Turgut Efendi. Ve birgün bana hesap sorulursa ne diyeceğimi de gayet iyi biliyorum” dedi.


Cuma günü ilk iş olarak uzun zamandır isteksizce çalıştığı işinden ayrıldı. Nasıl olsa bir kaç ay minimum koşullarda idare edecek birikmiş parası vardı. Hayatında bir kez olsun öykülere konu olabilecek özel bir şey yapmak için kendine zaman yarattı. Turgut Bey’i iki hafta kadar izledikten sonra hangi günler inşaat alanında gecelediğini, hangi saatlerde gelip gittiğini öğrendi. Akşam marketten dönerken Mercedes’ine tekme atarak alarmı olup olmadığını test etti. Turgut Bey’e atalarından kalan bir başka gen de bu dağlı güveniydi. Ona gore kimse onun Mercedes’ine saldıramaya cesaret edemezdi. Zaten konu zenginler olunca polis iki kat çalışır, önlem almaya ne gerek vardı. Heryerde kameralar mevcut, sadık adamları kendisine zarar vereni iki saate bulur ibreti alem için gerekeni yaparlardı. Ağa dediğin yürekli olurdu. Ölümden korkmaz göğsünü gere gere tehlikenin içinde dimdik yürürdü. Zaten o herşeyi böyle elde etmişti.


Normalde dışarı pek çıkmayan Recep o günlerde apartmanın etrafını dolaşır ve markete sık gider olmuştu. Çektiği fotoğrafları değerlendirerek bir günde planını tamamladı. Yapması gereken tek şey yedek parçacıdan bir Mercedes S350 sol arka camı tedarik etmekti.


İki hafta sonra Perşembe akşamı Recep merhum annesinin şalvarını ve yeleğini giydi. Türbanını takıp aynı merhumenin yaptığı gibi yarı yüzünü gizleyerek, sırtında sıkıştırılarak sabitlemesini mümkün kılacak ölçülerde alt kısmı kesilmiş Mercedes sol arka camının bulunduğu bohçasıyla yangın merdivenlerine yöneldi. Site kameralarının kendisini görüntüleyemeyeceği çizgide ilerlerken her ihtimale karşı belini bükerek yürüyüp, sonradan inceleme konusu olabilecek muhtemel görüntülere nesne olmamayı garantilemek istiyordu.


Siyah Mercedes sol tarafı yeni inşaat alanına bakacak şekilde her zamanki yerindeydi. Hava karanlık ve soğuktu. Etrafta kimseler yoktu. Apartmanın garaj tarafından dolaşarak aracın arka camını kırdı. İçeriye dogru topladığı cam kırıklarının üzerine basarak aracın içine girdi. Bohçasından cıkardığı kesik camı iyice temizlediği kapının üst çerçeve bölümüne sıkıştırdı. Dışarıdan seçici gözle bakmayacak kimse birşeyler döndüğünü pek anlayamayacaktı. Yaklaşık bir saat sonra Turgut Bey kendine güvenen dimdik yürüyüşüyle arabasının yanına geldi. Ön kapıyı açıp aracına binerken bir yandan da cep telefonuyla bir numara çeviriyordu. İşle ilgili yeni öğrendiği şeylerden çıkardığı yapması gereken uyarıları daha fazla geciktirmeden ilgilisine bildirmek gibi bir özelliği vardı. Araba ilerlerken Turgut Bey gür sesiyle yer yer tehditkar ve kibirli konuştukça, tam arkasında aracın durmasını bekleyen Recep’in nefreti duyduklarından ötürü katlanıyordu.Recep kendisine yansıyan trafik lamba ışıklarından ve çevredeki yüksek binaların yansımalarından doğru yolda olduklarını anlayabiliyordu.


Villanın yoluna girdiklerinde Recep sesli olarak gülmemek için kendini zor tuttu. Sonunda hayatında gurur duyabileceği birşeyi yapmaya çok az kalmıştı. Usulca türbanı çıkarmak ve kırık cam parçalarının ses yapmamasına dikkat etmek zorundaydı. Turgut Bey villanın demir bahçe kapısını açmak için uzaktan kumandasına bastı. Recep’i baştan aşağı bir sıcaklık kaplamıştı. Ellerini titrememesi için ısırdı. Turgut Bey bahçeye girerken arabaya gaz verdiği sırada çıkan gürültüden fırsat bulan Recep türbanını tamamen sıyırarak hafifçe yerinde doğruldu. Bütün gücünü iki koluna verip kontak kapandığı anda türbanı Turgut Bey’in yüzüne sarıp koltugu destek alarak kurtulması imkansız bir kapan oluşturdu. Turgut Bey refleks olarak yüzünü saran içi ince muşamba kaplı türbandan kurtarmaya çalışıyor aklına başka birşey yapmak gelmiyordu. Recep hareketsiz kalan Turgut Bey’i 1-2 dakika fazladan beklemeden serbest bırakmadı. Daha sonra aceleyle kıyafetlerini çıkarmaya başladı.


Turgut Bey’in son karısı Semanur, dış bahçe kapısının sesini duymuş beyinin yanında misafir var mı diye perdeyi aralayıp bakmıştı. Her akşam yemeği hazırlayıp eve gelmesini bekliyordu. Yemek masasında son düzenlemeleri yaparken Turgut ağanın önceki eşlerinden Halime Hanım Semanur’a seslendi.
- Semaaa! Nerde kaldı bu adam? Bak hele camdan!


Semanur perdeyi aralayıp, bahçe kapısına doğru her zamanki heybetiyle dimdik yürüyen kocasını, ta ki karanlıkta seçilemeyinceye kadar gururla izledi. Sonra şaşkınlıkla ”Nereye gidiyor bu adam Halime Abla?” diye büyük hanıma döndü. İki kadın, uzun zaman sonra birbirlerini görmüş gibi bir müddet bakıştılar.. Ertesi gün inşaat sahası ve villadaki bütün kamera kayıtlarını inceleyen polisler de birbirlerine aynı ifadeyle bakıyorlardı..

15 Ekim 2011 Cumartesi

Rodeon - Ilk temas

Yıl 2131 Kıyametin kopmasına bir yıl kala..

Herşey öyle garipleşti ki.. Siz geçmiştekiler izin verdiniz buna. Yavaş yavaş değiştiniz farkında olmadan. Pek çok insansı özelliğinizi kaybederek bambaşka bir dünya yarattınız. Eski kuralların birey bazında birer birer yıkıldığı. Diğerlerinden tek farkım, kendiminkiler dahil bütün tuhaflıkların farkındayım. Onlar ise bugün size anlatacağım bir deli insanın-Otto Brunner’in- halindeler. Onu düşündükçe hala içim ürperiyor. İnsanoğlu olarak daha fazlasını kaldıramayacaktık zaten. Son yakın olmasaydı bu işi kendim halledecektim..

Ben Rodeon. Göremeyeceğiniz dünyanın aracısıyım. Belki düşünüp kendi içinizde bir iz bulursunuz ve hayatınızı gözden geçirirsiniz diye burdayım. Ve aynı zamanda orada. Benim dünyamın Victor Frankenstein’ları sizinkilerin iyi niyetlerinden yoksundur. Ortada ne amaç kaldı ne de bildiğiniz hisler. Örneğin korku, yeteneklerimizin artmasıyla yerini bilinmeyeni araştırma hevesine dönüştü. Bir solucanın önüne ne çıkacağını bilmeden karanlıkta toprağı eşeleyip ilerlemesi gibi..

Ben Rodeon. Onları izleyip sizlere anlatmak için bir yol seçtim. Yaşadığınız zamanın sinemalarındaki görünmeyen bir kamera gibi herkesi izliyorum. Hisseden ve bazen gözlediklerinin yerine geçen bir kamera gibi. Hem izleyici hem de kahraman olduğunuz bir sinema filmi gibi. İşte bu yüzden herşey sizlerle aramdaki ilişkiye çok uygun. Anlatacaklarım sizin dünyanızda ve 7. Foton kuşağında yaşanıyor. Ve hiçbir zaman basit birer hikaye olmayacaklar. İyi düşünün ve bütün bunların olmasını istemiyorsanız birşeyler yapın. En azından kendi adınıza..

Ben Rodeon. Herkes yuvalarına çekildiğinde dumanlı sokaklarda yürümeyi severim. Sadece ayışığının izin verdiklerini görmeyi. İki gece önce saat yarımı geçmiş olmalıydı Otto Brunner’i gördüm. Sol kolunda kavradığı büyükçe yuvarlak bir cisim çuhaya sarılmış halde, sağ eliyle arkasında sürüklediği adam büyüklüğünde metal bir kafesi andıran biçimli bir döküntüyle evine gidiyordu. Yalnız bir adamdı. Evi büyükçe ve eski model bir banyoyu andırıyordu. İlk bakışta farkedebileceğiniz ne oturmaya ne yatmaya yarayan birşey göze çarpıyordu. Tek farkettiğim sıvaları dökülmüş yer yer beyaz seramikten duvarlar ve rutubet kokusuydu. Metalden gövdenin üzerine yerleştirdiği başa birşeyler söyleyerek kaburgalar olarak ifade edebileceğim küçük alüminyum şeritlerine kendince uygun açılar vermeye koyuldu. Söyledikleri belki sesli düşünmekten ibaret anadilinde cümlelerdi fakat her neyseler Otto’nun hislerine de tanık olmanın etkisiyle bana bir ayinin duaları gibi geldi. 8-9 saat boyunca beklediği şeyin gerçekleşmesini umarak metal gövdenin tüm bileşenlerini kendince doğru açılarda konumladı. Fakat bir türlü istediği olmuyormuş gibi bir telaş ve umutsuzluk içindeydi. Sanırım uyumaya gittiğinde Robot diyebileceğimiz bu nesne ile başbaşa kaldım. Robotun orta kısmı bir adamın sığabileceği kadar geniş bir boşluğa sahipti. Eski dünyanın samuray zırhlarını andırıyordu.

Ben Rodeon. Bundan sonra olanları düşününce bu sırada uykuya dalmış olmalıyım. Tekrar kendime geldiğimde içeriden gelen floresan ışığına doğru yürüdüm. İleride suyla dolu küvetin içinde boylu boyunca uzanan robot kafes ve safran mumuyla kaplı bir beden duruyordu. İki basamaklı merdivenin başında ne yapacağımı şaşırmış ağzımdaki mumu temizlemeye çalışıyordum. Ölüm diyarına yaklaştığımızda bütün algılar ve beynin işleyişi değişir. Otto’yu izlerken ona bağladığım hislerim kendisi ölse bile bende yaşamaya devam edecekti. Bir türlü can veremediği robota son çare olarak kendi canını vermek istemiş olmalıydı. Bunun için kendini safran mumuyla kaplamış ve son nefesini onun içinde vermişti. Tadı bir türlü ağzımda bitmek bilmeyen mum, dişlerimin arasından temizledikçe sanki yenileniyordu. Merdivenin başına çöküp kendimle ve korkumla uğraşırken Otto arkamda belirdi.

Ben Rodeon. Tek bildiğim bugün burada olduğum. Otto’nun nasıl ölümü yorumladığını hatırlıyorum. Nasıl ölüm ve yaşam arasında seçim yapabildiğini anlattığını. Bedenim uykusundan kalkmış ve kendini bulmaya gelmiş olabilir. İhtimaller içinde evine gerçekten gittiğim ve onun tarafından kullanıldığım var. Belki sona ermemiş bir deney olarak. Belki oradan kendim kurtuldum ya da salıverildim. Geri döndüğümde herşeyi rüya sanmış ve unutmuş olabilirdim. Bütün bunlar hiç biryere tutunamadan düşmek gibi. Sonsuza dek sürecek bir düşüş. Belli aralıklarla yere artık çarpacağınıza inandığınız, sonrasında uzun süredir düşmekte olduğunuzu bile unuttuğunuz.

Ben Rodeon. Her şeye boşverin. Tek bildiğim henüz eksiksiz hissedebiliyorken bunu korumanız gerektiği. Yaşadığım yer sizin geleceğinizden farklı bir yer değil. Sizi kurtarmanın tek yolu sizi buna hazırlamak ve alıştırmak. Çünkü ne yazık ki herkesin birgün bu şaşkınlığı yaşayacağını adım gibi biliyorum..