28 Şubat 2010 Pazar

7. His

"Napıyosun Volkan?"
Volkan duyduğu sese her zamanki gibi geciklemeli tepki verdi.
"Hiç birşey Bahattin Bey. Operasyonun raporunu hazırlıyorum"
Bahattin Bey "operasyonun raporunu önündeki kağıtlara bakarak mı hazırlıyorsun" demek istedi. Daha öncesinde ise operasyon raporu hazırlamak hiçbirşey yapmamak mı oluyor diye aklından geçirdi. Ama sesini çıkarmadan işine yoğunlaştı.
Volkan'ın dışarıdan bakan biri için gerçekten birşey yaptığı yoktu. Arada bir kendisine düşünmek için vakit ayırmasa, bütün o karmaşık ilişkileri, hayatın üzerine üzerine saldığı ardı arkası gelmeyen her biri diğerinden daha karışık sorunları nasıl göğüsleyebilirdi. Yıllar geçtikçe kendisinde birçok şeyi değiştirmiş ancak bu düşünme araları değişmezi olmuştu. Bu şekilde hiç birşeyle ilk kez karşılaşmış gibi şaşırmıyor, kendisine sorulan sorulara ya da içine düştüğü durumlara hemen bir cevap veya çözüm buluyor; sonuçta yoluna devam edebiliyordu. Zaten devam edebilmek hayatındaki tek hedef olmuştu. Hiçbirşeyin bir anlamı ya da önemi kalmamış; en önemli şey yola devam etmek, bir anlamda yaşamak (ancak içeriği dolu bir yaşamak) olmuştu.
Yemek saatine yaklaşık sekiz dakika vardı. Önündeki kağıda "A" yazdı. Haftasonu için ailesinin yanına gideceği ve yapacağı işleri planladı. "Y" yazdı. Parasının ay ortasına doğru alacağı maaşı için gerekli işlere yetip yetmeyeceğini son değişikliklere göre tekrar hesapladı. Önünde duran kağıda tükenmez kalemle bir de "R" karaladı. Bu sabah insan kaynaklarından kızlarla öğle yemeğinden sonra kahve içmeye gideceklerdi. Bir miktar vaktini de öğle tatilini planlamaya harcadı. Bir bölümünü bilgisayar klavyesinin altına gizlediği kağıda "IC" harflerini ekledi. O sırada çalan telefona daha önce kafasında sıraya koyduğu kelimelerle cevap verdi. "Tamam bir dakika içinde gönderiyorum. Evet gönderiyorum tamam. Tamam." Zaten hazır olan operasyon raporunu göndermek için iki dakika daha beklemeye karar verdi. Operasyondaki yetkiliyle konuştuktan sonra "ALIK" kelimesini ekleyerek gülümsedi. Yukarıdan kendisine gülümseyen ve kendini izleyen bir şeylerin olduğunu hissederek mutlu oldu. Son iki dakikayı bu mutluluğu iyice anlamak ve içinde hissetmek için onu keşfetmeye çalışarak geçirdi. Ancak böylesi duygular geldiklerinde, kendi istekleriyle var olduklarından asla emin olunamazdı. Karanlıkta el yordamıyla yön bulmaya benzer, bir sonraki adımda nereye basacağınızı asla bilemezdiniz. Bu kesinsizlik işin gerçeği Volkan'ı mutlu ediyor, anı biraz daha uzatması için ona iyi bir neden sunuyordu. Hayatında hiç birşey için acele etmemişti. Adına yaşamak dediği gizin içinde zevk almayı sağlayan şey de, her şeye vakit ayırabilme üzerinde düşünebilme ayrıcalığından geliyordu.
Volkan yazdığı kelimeye baktı. Aslında hem ona sahip olduğunu biliyor hem de hâlâ sahip olmak istiyordu. Bu farkı yaratan şeyin ne olduğunu henüz anlayamamıştı ancak çok yakında adını koyamayacak olsa da ona sahip olacaktı.
O Cuma günü işyerinden her zamankinden daha geç çıktı. Normal bir insan bunun için içsel şikayetlerde bulunabilirdi ancak Volkan bunun bir nedeni olabileceğine inanıyordu. İnanmak bilmek gibi değildi. Bilmek için her bildiğiniz şeyi yeniden bildiğinizi farketmeniz gerekirdi. Oysa inanmak sadece bir kere tatmin olmakla alışkanlıklarınızı ya da kişiliğinizi sabitleyebiliyor, sonrasında yapageldiğiniz yada inanageldiğiniz o şey üzerinde her sefer yeniden yorum yapmanıza gerek kalmıyordu. İnsan bir kere hayatta herşeyin bir sebebi olduğuna ikna olduktan sonra, kendisine anlamsız bile gelse bazı şeyleri sorgulamaz olabiliyordu.
Hava kararmış ve hiç görmediği kadar sisliydi. Öyle bir sis ki insana bir bulutun içinde yürüdüğünü hissettiriyordu. Volkan sokakta başka kimsenin olmamasından keyif almıştı. Soluduğu nemli havanın akciğerlerinde her zamankinden farklı bir etkisi olduğunu hissediyordu. Havanın tadını bile alır olmuştu. Altından geçtiği söğüt dalları nemden ıslanmış, damla damla olmuştu. Tüm ağaçların altındaki kaldırımlar sadece oraya yağmur yağmış gibi nokta nokta ıslanmıştı. Volkan bu anın büyülü bir an olabileceğini farketti. İçinden aynı filmlerdeki gibi diye geçirdi. Gülümsemesine engel olamıyordu. Meleklerin bulutların üzerinde tasvir edilmesini düşündü. Ulaşılmaz gibi gözüken bulutların kendileriyle birlikte ulaşılmaz gibi gözüken daha pek çok şeyi yeryüzüne indirdiğini hissetti. Şu anda o henüz bilemediği her neyse yanındaydı. Ellerini iki yana açtı. Hayatında ilk kez etrafında daha önce hiç farketmediği yaşama titreşimleri alıyordu. Bu yaşamak, kendi hayatında tanımını çok kez yaparak altını çizmekten dolayı eskitmiş olduğu bir hayat tanımıyla pek uyuşmuyordu. Çok açık bir şekilde hissediyordu ki bu yaşamanın zevk almak hatta nefes almakla bile ilgisi yoktu. Biraz daha yoğunlaşınca bunun var olmakla ilgili olduğunu hissedebildi.
Gözlerini kapatmış yolunu ezberlediği sokağında evine doğru giderken tüm apartmanların varlıklarını, içlerindeki insanların mutluluklarını, kavgalarını, hayattan sıkılmışlıklarını bir bir hissedebildi. Bunu hemen her akşam eve giderken düşünürdü. Hayata anlam yüklerken kendini bir yere diğer insanları da bir yere koymuştu. Bu nedenle evlerin arasında yürümek demek diğerlerinin evlerinin, hayatlarının, mutluluklarının, kavgalarının, eksikliklerinin ve daha pek çok kendine fayda ya da tehdit sayılmayacak şeyin arasından yürümek demekti. Düşünmesine ya da tahmin etmesine gerek olmadan bunu nasıl hissedebildiğine bir cevap vermeden önce durdu. Bunu gerçekten öğrenmek istiyor muydu? Bunu öğrenmek neyi değiştirecekti? Bu durumu kendi kurgulamamıştı ki ihtiyacı olduğunda yineleyebilsin. Bu merakını susturması gerektiğini düşündü. Bu ansızın ortaya çıkan yeteneğin çiğ damlalarından, yoğunlaşmış su buharının iletim etkisinden kaynaklandığına inandı. İnanmayla birlikte bir tatmin ve rahatlık hissetti. Tekrar gözlerini açarak bu harikulade deneyimin yüzünde oluşturduğu gülümsemeyle evine ulaştı.
Ev arkadaşlarının yanında, kendisinden gizleyemedikleri her ne varsa hissetmekten dolayı gülümesine engel olamadı. Bu kendisine hiç yük oluşturmayan, rahatsız etmeyen empati müessesesini gereksiz kılan yeni hissini de yanına alarak iyi bir uyku çekmek için odasına çekildi. Uyumadan önce yatakta uzanırken odasındaki tüm eşyaların kendisini sevdiğini hissetti. Daha önce hissettiği kendi başına kaldığı duygusu yok oldu. Artık o ve eşyaları hissedebilen bir topluluk olmuştu. Bütün gece rüyasında ertesi akşam çıkacağı tiyatro oyunundaki rolünün provasını yaptı.
Ertesi akşam Volkan kuliste her zamankinden mutlu görünüyordu. Neşe ve Emsal koşarak yanına geldiler. Söylediklerine göre dışarıda çok enerjik harika bir kalabalık vardı. Volkan kendi zamanının gelmesini beklerken içinden rolünü tekrar etti. Sonunda elinde tekstleriyle yönetmen asistanı Bennu gelerek perde arkasına yaklaşma zamanının geldiğini hatırlattı.
Perde arkasında heyecandan kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Gözlerini kapatarak kadife perdeye dokundu. Arkasındaki kalabalığın kıkırdamalarını duyabiliyor, mutluluklarını ise hissedebiliyordu. Arka sıralardakilerin daha önde oturamadıkları için hissettikleri ezikliğe kadar herşeyi duyumsadı. Kendi sırası geldiği zaman sahneye çıkıp rolünü eksiksiz sergilemeye başladı. Bununla birlikte seyircinin ilk dakikalardaki yadırgamasını, üzerinde gezdirdikleri gözleri hissetti. Biraz daha süre geçince hangi nüanslarından hoşlanmadıklarını ve ne yaparsa takdir edildiğini anlayabiliyordu. Rol rol olmaktan çıkmış insanları şaşırtan bir gerçekliğe bürünmüştü. Sanki oyun daha önce yazılmamış insanların beklentilerine göre o anda yazılıp oynanır olmuştu. Neredeyse bütün salon bu ilk kez gördükleri adamın insanüstü performansına kilitlenmiş, teknik anlamda tiyatrodan anlayanlar ise bu başarıya öğretilmiş bir isim koymak için kafa yoruyordu.
Volkan o akşam oyun sonunda alkışlanırken sahnenin kenarına yaklaştıkça alkışın şiddeti arttı. Sahnenin kenarı dünyanın ya da arkasında bıraktığı eski hayatının kenarı gibi göründü. Kendini bu coşkulu ve yalandan uzak kalabalığın içine atmamak için zor tuttu. Ağzı kulaklarına varmış bir şekilde kulise doğru ilerlerken aslında en büyük değişikliğin, eskiden beri tam ortalarına kalın bir çizgi çektiği "o ve diğerleri" düşüncesinin sonu olduğunu anladı.. Gerçek anlamda değilse de mecazi anlamda o günden sonra kendini sahnenin kenarından kalabalığın ve diğer insanların hisler dünyasının içine bıraktı.. Artık yalnız hissetmiyordu..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder