13 Aralık 2009 Pazar

Ikna


Saçlarını topuz yapmış, dudaklarını büzmüş, kırıtarak odaya girdi. Ciddiyeti başka şeyler düşündüğünden ileri geliyor gibiydi. Aklı hep başka bir yerde. Başka yerden getirdiği besbelli olan düşünceler olmasa bir anda bambaşka kimliklere bürünebilir, aniden değişebilir miydi? Aklı belki de aynı anda bir kaç yerdeydi. Dünyada onlardan çok yoktu. Kişilikleri birden fazla olanlardan farklı olarak onlarda aynı anda birkaç kişi yaşıyordu. Bunu ilk günden bilemese de sonra öğrenecek ve ona yardım edecekti. En azından deneyecekti.
Jack- Merhaba.
Samara- Merhaba! Hoşgeldiniz.
Jack- Hoşbulduk. Buraya mı oturuyorum.
Samara- Evet sizin için herşeyi ayarladık.
Jack- Teşekkürler.
Jack 6 ay boyunca Samara'yı izledi. Onunla pek çok insanın konuşmadığı şeyleri konuştular. Samara'nın kalbi ulaşmak için pek çok macera atlatılan ancak ulaşıldığında görülense karanlık boş bir hücreyi andıran rutubetli bir yerdi. Jack dünyada ulaşılması zor ne varsa hepsinin bir değeri olması gerektiğini biliyordu. O halde niçin Samara'yla ilgili sürekli başarısızlığa kapıldığını hissediyordu? Kurallara uyarak ona yardım edemeyeceğini anladığında birşeyler için artık çok geç kalmıştı. Her zaman kendiyle ilgili önkabulleri olmuştu. Belki de hala yok olup gitmediyse bunun sayesinde olduğunu düşünüyordu. Onun için insanın değeri herşeyin üzerindeydi. Aslında böyle olduğu için var olduğuna inanıyordu. Onun temsil ettiği şeyi temsil edecek bir başkası olsaydı belki de bu kadar fazla çaba göstermesine gerek kalmayacaktı. Ah keşke bunu bilebilmenin bir yolu olsaydı. Ya da kendi gibi biriyle yolları bir kez olsun kesişseydi de buna inanabilseydi. Başka şeyler denemeye karar verdi. Tekrar eski günlerde yaptığı gibi enerjisini bedeninden ruhuna kaydırdı.
Bu süreçte yaklaşık on kilo kaybetmişti. Samara'yı kurtarmak artık onun için neredeyse bir son hedef anlamına geliyordu. Belki bunu başarırsa bundan sonra bambaşka biri olabilecekti. Kendini bir şekilde bunun son görevi olduğuna inandırdı. Aura'sı neredeyse gözle görülebilecek şekilde genişlemişti. Elleriyle insanları tedavi edebiliyor, söylediklerine insanlar daha kolay ikna oluyorlardı. Kendi iyiliği için kandırıldığını bilse bile bir insan kandırılmanın yükünü asla taşıyamazdı. Bilmek gerçekten başka bir boyutta tecrübe edilebilecek bir şeydi. Bildiğini sanmak ise tüm insanların en büyük zaafıydı. Jack Samara'ya baktığında kişiliklerinin renklerle ifade edildiğini sonunda farketti. Samara 5 karakter ya da 5 ruh taşıyordu. 5 temel rengin özelliklerine uygun olarak gün içinde bile sürekli değişen tutarsız bir kişilikle hayatında ki herşeyin elinden kayıp gitmesini seyrediyordu. Aslında ortada bir beden ve onu paylaşamayan 5 ruh var gibiydi. Jack kendi 7 ruhunu düşündü. Onlarla nasıl uyum içinde olduğunu, nasıl birbirleriyle anlaştıklarını düşündü. Demek ki sorun onları anlaştırmakla çözülebilecekti. Hepsini bir bir ikna etmesi gerekiyordu..

Samara'ya doğum gününde siyah sayfaları olan bir defter ve beyaz bir kalem hediye etti. Samara hayatında aldığı en güzel hediyenin bu olduğunu söyleyerek o günden sonra farkında olmadan mücadeleye katıldı. 5 ruh zaman içinde, -duru bir suda izleyebileceğiniz japon balıkları gibi- sırayla ve merakla deftere yaklaştılar. Siyah ve beyazla karşılaşınca hepsi kendinin aynı tarafta yer aldığını hissetmişti. Bu huzursuzluğu ancak yazarak içlerinden atabileceklerini anlamaları fazla sürmedi.

Yesil- Jack iyi bir adam. Onu seviyorum. iyi ki tanıştık ve hayatıma girdi. Onun sayesinde eskiden yaptığım hataları tekrarlamayacağımı hissediyorum. Ona herşeyimi açmalıyım.
Sarı- Jack benim için ne düşünüyor acaba.. Aslında fena biri değil ama kimseye güvenemem bazı şeyleri saklamalıyım.
Kırmızı- Jack mi? O yokken ben vardım.. Ona güvenmem için bir neden yok. Eğer biraz olsun mutlu olmak istiyorsa benim desteğime ihtiyacı olduğunu anlar ve kendini bana açar. Belki ona yardım etmeye karar verebilirim.
Mavi- Jack de kim? Neden kendim dışındaki şeylerle ilgileneyim. Benim hayatım üzerinde yeterince düşünülmesi gereken detay var. Beni meşgul etmesin kimse..
Mor- ...
Jack, kendisinin gizlice okuyabilmesi için Samara'nın bilerek yanında tuttuğu siyah sayfalı defteri fırsat buldukça okudu. Vakti olmadığında yazılanları evde analiz etmek için fotokopi makinasında sayfaları çoğaltırken çıktılara bakarak gülümsedi. Fotokopi makinası da onun kadar eğlenmiş miydi?

Jack Samara'nın öğrenmesi gereken herşeyi ona anlattı. Ona bir sürü yeni dünya açtı. Ruhlarını özgürleştirdi. İçlerinden biri belki de ilk kez gözyaşlarıyla dışarı çıkabilmişti. Kimisi başka yerlerde başka bakış açılarıyla edilen sözlerle dışarı çıkma fırsatı buldular. Teorik olarak bu sürecin kendilerini tanımaktan öte birbirlerini tanımak ve alışmak süreci olması gerekiyordu.
Fakat Samara günden güne kötüleşti, kendinden uzaklaştı. Her ruh özgürlüğün tadını almış her biri tek başına yaşamak ister olmuştu. Samara onlara ihtiyacını duydukları barış ortamını bir türlü sağlayamamıştı. Barış için teslimiyet gerekliydi. İç huzuru bulmak için onu geçmişine ya da alışkanlıklarına bağlayan zincirleri kırması gerekiyordu. Fedakar olan ruhunu ön planda tutması gerekiyordu. Sanki bilinmeyen bir güç her olumlu adımına mani oluyor gibiydi. Aylar böyle geçti.
Ayrılık zamanı gelmişti. Samara hiç bir tedaviye cevap vermemiş daha da kötü olmuştu. Jack onu karşısına alıp konuşmanın zamanı geldiğini hissetti. Sahilde her zaman gittikleri kafeye, dalga seslerinin her sesi bastırdığı özel masalarında oturmaya gittiler. Garson yanlarına uğramadı. Sanki yok olmuş gibiydiler. O an hiç yaşanmamış gibiydi. Onları kimse görmeyecek konuştuklarına hiç kimse şahit olmayacak gibiydi. Jack gülümseyerek ona baktı.
Jack- Samara, bugün geleceğini gördüm.
Samara- Öyle mi. yine mi kötüydü?
Jack- Tımarhaneye kapatılmıştın ve kimseyle konuşmuyordun.
Samara- (Gülümseyerek) Sanırım sonunda o olacak.
Jack- Sonra ben geliyordum pencereden beni görüyordun. Elimde kırmızı kurdeleli sarı bir zarf vardı.
Samara- Bana mı?
Jack- Evet sanırım. Siyah defterinin fotokopilerini getiriyordum.
Samara- ...
Jack- Ne bakıyorsun?
Samara- Ben sana inandım, her söylediğine. Ne dediysen uymaya çalıştım.
Jack- Biliyorum. İlk günden beri söylediğim herşey içine sızmak için kafana yerleştirdiğim bir virüsten başka birşey değildi.
Samara- Jack neden bahsediyorsun!
Jack- Kucaklamalarımla seni sevdiğime inandırıp istediğimi yaptırıyordum.
Samara- Jack gerçekten sınırı aşıyorsun!
Jack- (Gülümseyerek) Gel buraya gel, nasıl inandın ki buna..
Samara- !?!?
Samara bir süre anlamaya çalıştı..
Jack- Mücadele etme Samara. Bu sorun içinden mücadele edilerek çıkılabilecek birşey değil.
Samara- Sana nasıl güvenebilirim ki!
Jack- Güvenmen gerekmiyor. Anlaman gerekiyor. Yazdıkların ve yaptıkların düşünülürse benim de sana güvenmemem gerekiyor. Ancak bu bir güven meselesi değil. Ben sana bana vereceğin zararları bilerek nasıl yaklaşabiliyorsam sen de kendine vereceğin zararları görmezden gelerek kararlı olarak bu yolda ilerlemelisin. Elin yanmadan birini ateşten çekip alamazsın.
Samara- Anlamıyorum.
Jack- Anlamıyorsun çünkü öğrendiklerine çok bağlısın. Beslediğin büyüttüğün şeylerin bir gün elinde hiç birşey bırakmadan kaçıp gitmesinin normal olduğunu anlayamamışsın. Çocuğun olup seni terkettiğinde anlayacaksın. Hiçbirşeyin o kadar önemi yoktur. Senden başka. Hayatını toparlaman, kaybetmeye yüklediğin gereksiz büyüklükteki anlamı görmezden gelebilmene bağlı.
Samara- Anlamı yüklemişsin bir kere görmezden gelmekten başka şansın yok mu diyorsun? Ne var ki hayatımda hiçbir şeyi görmezden gelemedim.
Jack- Artık mücadeleyi bıraksan iyi olur. Hırsların seni ulaşmak istedikleri yere varamadan tüketecek.
Samara düşünür gibi Jack'e baktı. Jack masadan kalkıp giderken son sözünü söylemiş olmanın rahatlığında ilk kez Samara'nın ne düşündüğünü ve sonuçlarının ne olabileceğine kafa yormadan sahilden uzaklaştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder